RSS

Lichen



Ben onları kızdırmadan nasıl bu kadar kızgın olduklarını anlamadığım bir milyondan fazla taşın üstünde yalın ayak ilerlerken güneşin beni yakması umursamayacağım türden bir sataşmaydı…Belki de beynimin altına geçen cehennemden çok en çok ayaklarımda hissediyordum gerçek acıyı…İlerlemek, yol kat etmek demekti , aceleci olmanın tek faydasının görülebileceği bir yolda ilerlemek ise ne yazık ki istisnai bir deneyim …Aklıma getirmediğim şey ise olduğum yerde durduğum zaman erimekten çok orada sakince kalabileceğimdi…Daha fazla yanmak her şeyi çözer miydi bilinmez…Her neyse daha sakin olması beklenen yere çok bir şey kalmamıştı…Ses ve ışık hiç bu kadar bedenimi delmemişti sanki
Sesi gittikçe azalan , şiddeti , kızgın taşların komşusu kuma geçmiş cansız dalgaların olduğu yerde , ‘sakinlik demek ki en büyük dehşetle eşdeğermiş ’ dedim kendime…Acele etmeyi bırakıp binlerce dalganın ötesine geçme fikri ise ayrı bir dehşetti benim için…Düşüncelere dalmaktansa gözümü daha yakına çevirdim...Sığ denizin içinde tanıdık yosunları gördüğüm yere adımımı attım…Bunlar dünyanın sonuna kadar aynı yerde kalmayı becerebilen ender şeyler…Kaosun ortasında , hiçbir tarafa meyletmeyen , sonsuzun sonlanmasını beklermiş gibi tamamen vurdumduymaz değil ama biraz öyle olan şeyler…İkinci bir adımımı atmak onları kıskandırmazdı, bu kadar kalender kalabilmek benim hiçbir zaman başarabileceğim bir şey değildi sanırım…Dizlerim ıslandı…
Davetsiz misafir olduğum dalgalara doğru ilerledikçe her zamanki gibi ilginç buldum bu durumu…Rüyanda , merdivenlerden çıkıyormuş hissine kapılırsın ve aslında hiçbir yere çıkmayıp aynı yerde olduğunu veya daha aşağıda olduğunu anlarsın ya işte öyle…Rüyanın devam etmemesi gibi , canımı sıkan başka şeyler de geldi aklıma,vücudum battıkça...
Dalgaların seni birden alıp bambaşka bir yere atacağı fikrini örtbas etmeye çalışarak sürdürülen şeye ‘yaşam ’ adını verenler , bu koca denizde canımın sıkılması için bir hayli yeterli…Sıcaktan bile daha beter bu…Belki biraz beklesem , günlerce, böyle bir şey mümkün olurdu dedim kendime…Olurdu da…Büyük bir dalga gelir beni alır , ilkin nerede olduğumu unutturacak kadar uzağa atardı beni…Olurdu…Sinirlendim…Bunu anlatamazdım da kimseye…Suyun üstüne yazsam , belki birileri gelir okur diye içimdeki en büyük nefreti  ,avcumdaki bir iki damla tuzlu suyu tekrar büyük denize ulaştıracak olan yumruğuma emanet ettim…İkinci bir yumruk anlamsız kalırdı bu ilkinin yanında…
Gereksiz , dikkat çekmeyen bir ahmak gibi boğulup gideyim derken suyun üstünde durmayı öğrettikleri zavallı ve yetenekli(!) biri olduğum aklıma geldi…Kaldı ki suya yazı yazıp koca denizi nakavt edecek kadar güçlüydüm(!)…Böyle yapmamı mı istemişlerdi?
İşte bu denizlerde , senin boğulup gitmeni istemezler…Bir zaman sonra şüpheye düşmemen için de elinden geleni yaparlardı…Böyle düşündüm…Herkes tarafından görülüyorken umursanmamak , suyun üstünde durmayı başarmak kadar iğrenç…
Bunları bu kadar çok kafaya takabileceğimi düşünmemiştim…Boş verip tuzlu su genzimi yaksın , öldürsün diye en hazırlıksız şekilde önce biraz yükseldim ve sonra en görkemli şekilde battım…Su, vücudumu hiç bu kadar delmemişti daha önce sanki…Bütün düşündüklerimi tekrar düşündüm sonra…
Tekrar su yüzüne çıktığımda , battığımdan daha mı heybetli devam edecektim yaşamıma ?
Biraz daha burada kalıp genzimi yok edene kadar su yutmayı , burnumun hava yerine tuzlu suyla dolup taşmasını istedim…Sahiden olmasını istediğim şeyleri ancak böyle çırılçıplak ve hayasız bir tutumla gerçekleştirebilirdim… Saçmalayarak
Suyun yüzüne çıktığımda cansız dalgaların olduğu yere yakındım…Biraz uzakta ayrı yerlerde iki çocuk gözlerini dikmiş bana bakıyordu…Yanımdaki deniz topunu onlardan birine atmamı bekliyorlardı… Topu hiçbirine atmamayı tercih ettim , suyun üstünde iğne benzeri küçük bir tahta parçası bulup topu patlattım…Hiçbir şey olmamış gibi karaya doğru ilerledim…İki çocuk da asık suratlarıyla yanıma doğru yüzüp sudan çıkana kadar küçük elleriyle bana atabildikleri en güçlü yumruklarını atıyorlardı…Yorulacaklarını bildiğimden hızlı hareket etmedim…Artık eskisi gibi olmayan taşların üstünden yürürken düşündüm : 'Tanrım , insanlar ne kadar çok kızgın bana'…

Query



İçimden ne geliyor aslında biliyor musunuz ? İçimden işemek geliyor benim, birtakım daha soyut sorunsallarımın arasında….Tam da bu yani , soyut ve bilinmeyen…Elle tutulursa daha mı iyi olur bilinmeyen , sorun sadece iyiye hizmet etmesi de değil…İnsanın kendine dair birçok gel-gitleri var…Birtakım soruları…Cevabını bilmediklerim sanırım daha çok sorduklarım…Bir sigara içip , kendime sormak fena olmuyor…Neyi ve nedeni değil…Kendine sorduğun sorularda soru işareti de kullanmazsın zaten…Belki bir anda cevaplarsın belki de uzun bir zaman alır bu…
Kaybedecek bir şeyim var mı diye sordum kendime hep…Bu soru anlık cevaplanmayacağı kilometrelerce öteden belli olan bir soruydu…Yeri geldi , başlangıçta olmadığımı fark ettirdi bana , yeri geldi hasta etti beni…O sıralarda cevap önemli değildi-hiç değildi- bilebilir konumda olmadığımı düşündüğümden…Sadece uyku , biraz veya çoktan fazla uyku öteledi bunu…Sonra iyileştirdi işte…İyi kavramını tamamlar bir biçimde…Elbette ki bilebilir konumda olmadım hiç, olacağımı da sanmam
İşte işin sırrı burada yatıyor sanırım…Süregelen şeyleri kendince oluşturduğun zihin eleğinden geçirip , arta kalanlarla bir bütün oluşturmaya çalışıyorsun…O da kendin oluveriyor…Kendin her zaman bir başlangıç , sonu gelene kadar…Öyle sürüp gitmesi , seçeneksiz , bilmeden , bilmemekten hoşnut bir biçimde sürmesi , seçeneksiz ,en uygun olanı sanırım…
'Dün bana ne kattı ise , yarın da ondan çalmayı iyi beceriyor doğrusu '…Bunu engelleyemezsin…Gerçekten beş dakika sonrasında ne olacağını bilmiyorum…İçinden geleni yap(abil)mek en iyisi…Sorular , onlar bitmiyor işte…Bir soru sorabilir miyim? sorusu kadar sonsuz , saçma bir döngü bu , biliyorum…

Yaşama karşı -kimilerine göre o yaşam dediğin şey kendindir aslında- nötr oldum…Doğruları ve yanlışları ayırt edebilme yetisini , bilerek ve isteyerek çoktan kaybetmiştim ama bu nötr olma biraz yeni doğrusu…Kendine karşı böyle bir tutum içinde olacağını da insan kestiremiyor önceden…Kendimden korkacak kadar aptal değilim ama bildiğim şey şuan için biraz sabitlendiğim…Yaşam akıp giderken öyle veya böyle, kendini suda bırakılmış şamandıra gibi hissetmek biraz garip…Böyle olunca , insanın kendine sorular sorması , ruhsal devinimlerinin anbean devam etmesi doğal birşey…
Kendime sorduğum sorularda haklılık payımı hep saklı tutuyorum…İnsanın kendini çürütmesi de zor iş hakikaten…Bir yargıya varmak , orada durmak ve sayfayı kapatmak sanırım yapamadığım bir şey…Önceden çizilmeye çalışılan yollar-ki olmamalı bunlar- hiçbir zaman taşlı ve tozlu yolların habercisi değil…Bunun için belki de bazen hiçbir şeyi anlamıyorum ve onlarla ilgili bir karara varamıyorum…İyiye hizmet etmek bunu görüp takdir etmek yine de kendince olanı(kötüyü) seçenler için anlamsız geliyor…Bırakıp , sallamamak bazen huzur veriyor açıkçası…Tam huzurlu olup olmadığını bile bilemediğin bir huzur…Güzel olduğunu düşündüğüm şey bu…Belki de kendimle savaşımın, en büyük harplerimin galibinin olmaması bu yüzden…”Kaybedecek bir şeyi olmayanlar için felaketlerin bir önemi yoktur" diyor yazar…
Birtakım sorgulamalarımın beni saçma bir insan çıkarmasından hiç mi hiç utanmıyorum…Aslına bakılırsa ağrı kesici içip ağrıyı yok edip yeni bir ağrı edinene kadar olup bitiyor her şey…Bu süre içinde sessiz ama her an kopacak bir fırtınayı içinde barındıran bir beyinle dolaşıyorum…Böyle hissediyorum…Sormaya devam ediyorum…Cevabını bildiğimi sandıklarımı tekrar sormuyorum , cevabını bilmediklerim daha çok sorduklarım…İçimden gelmiyor bazen hiçbir şey…