Bu foreshadowing değil
kör göze parmak;
Patagonya
Yoklukların içinde kırmızı bir meydan kuruldu. Yok burada satılan şey. Belki birkaç sayı. Yeri gelince
onlar da anılır ama bir pazar günü gidilen tren istasyonu kadar gereksiz.. Sadece basit bir film. Sonu başından belli olan bayram ziyareti gibi.
Bir bahar günü ayağa kalkan yengeçler kitap yazsa komik olurdu. Ben yazınca olmuyor mu? Bilmiyorum ki. Ama o üzülmüyor muhtemelen uzun gecelerde kuru fasulyesini yerken. Çünkü o da bilmiyordu.
Bilinmeyen çokokremin ağzında bıraktığı amansız kahverengiliğin umarsızlığıyla boğuşuyordu adeta. Ama bilmiyordu. Kahverengi de uydurma bir renkti, isim bulamamışlar işte.
Bayramları da severdi aslında. Deli dolu bir genç adam. Şarabını açar içerdi ara sıra. Kapatırdı kapağını kırmızılığı örtmek adına. Var olmamışların acısını hissedermişçesine acele içerdi şarabını bazen. Bazen yeni doğmuş çocuk sakinliğinde. Umursamazdı .
Eli şampanyaya uzanırken eli kırık bir oyuncağı taklit etti. El yerine başka uzuvlarının kırık olması
beyninden şüphelenmesini örtmüyordu. Zira kelimelerle örttüğü cümle masasında, tabakların bitmemesini yeğlerdi. Sirtaki misali.
Yoklukların içinde kırmızı bir meydan kuruldu. Yok burada satılan şey. Belki birkaç sayı. Yeri gelince
onlar da anılır ama bir pazar günü gidilen tren istasyonu kadar gereksiz.. Sadece basit bir film. Sonu başından belli olan bayram ziyareti gibi.
Bir bahar günü ayağa kalkan yengeçler kitap yazsa komik olurdu. Ben yazınca olmuyor mu? Bilmiyorum ki. Ama o üzülmüyor muhtemelen uzun gecelerde kuru fasulyesini yerken. Çünkü o da bilmiyordu.
Bilinmeyen çokokremin ağzında bıraktığı amansız kahverengiliğin umarsızlığıyla boğuşuyordu adeta. Ama bilmiyordu. Kahverengi de uydurma bir renkti, isim bulamamışlar işte.
Bayramları da severdi aslında. Deli dolu bir genç adam. Şarabını açar içerdi ara sıra. Kapatırdı kapağını kırmızılığı örtmek adına. Var olmamışların acısını hissedermişçesine acele içerdi şarabını bazen. Bazen yeni doğmuş çocuk sakinliğinde. Umursamazdı .
Eli şampanyaya uzanırken eli kırık bir oyuncağı taklit etti. El yerine başka uzuvlarının kırık olması
beyninden şüphelenmesini örtmüyordu. Zira kelimelerle örttüğü cümle masasında, tabakların bitmemesini yeğlerdi. Sirtaki misali.
Keşkeler denizinin içinde boğulan bir insanın dramını anlatan anlamsız bir kitabı okuyordu. Hayat ortaktır diye geçirdi içinden ve fırlattı kitabını. Yenisini almadı eline her zaman yaptığı gibi. Belki yarın balık tutardı. Kitap solucanın yerini tutmazdı. Kafası çalışan balık istemiyoruz biz
Alfabenin içinden dörtyüzdokuzuncu harf olduğunu anımsadı. Tutulan düşlerin içinden tarlaları boyladı. Etrafına baktığında yağmur kokusu ve birkaç adet meşe odunu tutuşmuştu çoktan. El ele
boktan gökyüzünü turladı, şuursuz gözbebeklerinde.
Düşüncelerini matbaaya götürse roman olmazdı belki ama mesnevi çıkabilirdi oradan. Dikkat etmesi gerekiyordu ama bazı şeylere. Ne de olsa mesnevide beyit sınırlaması yok. Annesi yanında olsa sarma sarardı. Oturur yiyebilirlerdi bile. Bu düşüncenin iç karartıcı olduğuna karar verdi önce. Sonra meşe odunlarını düşündü. Oturup beraber tutuşsalar hayat daha mı güzel olurdu? Sarmayı sevmemişti hiç. Hayatın garipliklerine şaşırdı bir kere daha.
Sonra birden köpekler üşüşürdü kalbine. Ahım şahım olmasalar da sinekleri davet ederdi hayatın
şaşkınlıklarına. Kendi beyti sofralarında halay çekerdi bilmeksizin. Çünkü ahlar ve vahlar yerine
kasmazdı bisikletinin zincirleri. Boşansın hayaller ve mendiller deyip sümkürürdü aort damarından.
Oturup bakardı, iç karartanın ne renk olduğuna …
Her havuzun içinde su olduğunu bilen bi insandı sonuçta. Bu genel bilgiye vakıf olmak kendini topluma biraz daha yakın hissettiriyordu. Her geçen gün adım adım yaklaşıyordu öleceği ana. Bunu düşündü biraz. Sonra vazgeçti. Boşa geçen vakti sevmezdi pek. Anılarda yaşamak da güzeldi bi yerde. Belki bir solucan, hatta belki bir balık…
Sonsuz varsayımların ötesinde, yosunlaşmış tabanında vazgeçişlerin alasını çizdi. Baktı ki bu tablonun
en güzel tarafı kendisiymiş. Tahta oturup tahtarevallide geçen günlerindeki yaptığı haksızlıkları hatırladı. Buraya ulaşması için zaten bunlara ihtiyaç duymamıştı, hayat ona beklenmeyenleri verirdi
hep…
Düşüncelerini yıllanmış bira maşrapasına boşalttı. Rahatladı biraz. İki gün önceden kalan birayla karıştırıp içti onu. Düşüncelerin kafasından başka bir yerde olması huzur veriyordu ona. Ah bi de yediklerini kafasına gönderebilse. Belki de kuşlara imrenmesi bu yüzdendi. Hiç unutmaz sapanla kuş vuran bi arkadaşıyla iki gün küs kalmışlardı.
Tavus kuşu gibi havalanıp öküz gözleriyle toprağı delip deşen devekuşundan farksızdı. Soluk düşüncelerin yıllanmış raflarını araştırdığında ulaşmak istediği numaraya o an ulaşılmıyordu nedense.
Tekrar deneyip huzursuzluğunu bebek bezine bağladı.
Yaramıyordu ona değişim. Bir yaptığı diğerini tutmayınca kızıyordu kendine bazen. Hayat gayesi edinmişti tutarlılığı. Çok da tutarlı değildi aslında ama bulabildiği tek gayeydi o. Genellemelerin insanıydı o biraz da. Daha öznel olanlarını da severdi kendince. Arada bir. Tutunacak bi siyahlığı kalmayınca beyaza sığınan kertenkeleye benzetirdi arkadaşları onu. Ya da o kendini kertenkeleye benzetecek arkadaşlar istiyordu kendince.
Kelebeğin etkisi mi yoksa kankasının kana susamışlığı mıydı onu bu tuzlu denizlerde yüzdüren ?
Kıvılcımların başa bela olduğu anda kum torbasını yumruklamanın zevkine varıp yüzünde bir gülümseme belirdi. Kalem dolu parmaklarının uçlarını kör bir kalemtıraşla tıraş etmişti sinekkaydı.
bir gülle bahar olmaz ama her bahar kelimesinden sonra virgül kullanılabilir…
virgülsüz güç; güç değildir...
Beraber yazdık
cultist_berk