RSS

Ada

-Ben acıktııım...Geçen gün bitirdiğiniz o pe-tencere var ya,annen hiç üşenmemiş, biz vapura binmeden önceki sabah uyanmış yaprak sarma yapmış biliyor musun...Küçük dolaba koydum yiyin dedi ,Allahım yarabbim, ister misin canım sen de ? (Ayh) Yani , bence zaten isteme bunun hepsini ben yiyim ya da istersen iste ben bunun hepsini yersem büyük ihtimalle hastanelik olurum...Küçükken olmuşum bir kere biliyor musun...Halam bir tencere yapıp böyle dolaba kaldırmış , annem , halam , teyzem hepsi uyuyorlar , öğlen uykusundalar , nasıl sıcak ; yaz zaten , ben de şeyde oyundan gelmişim sokaktan (ımmm) sen hepsini otur , devir bitir orda, a ekmekle falan yiyorum yani durduramıyorum kendimi...Ondan sonra karnım bir ağrımaya başladı , ölüyorum ama ağrıdan...
-Ada ben ayrılmak istiyorum...
-... ...Neden hiç şaşırmadım diye düşünüyorum...Hı? Ben biliyordum aslında (ehe) yani ,seni korkutmamak için hani uğraştım ama hani çok boş sanırım hani (eehe) ...Ama insan bildiği bir şeye niye bu kadar çok ağlar dimi ? Ki ağlamıcam...Niye koştun ki o zaman peşimden bu kadar ? Hı ? Neden yani hani olmayacağını biliyordun ve yapamayacağını bilerek niye , sen ? Neden ? AĞZINA SIÇAYIM senin ağzına sıçayım senin...Bir dakka önce ben burda kimle öpüştüm ya ? NEDEEN ? ... (şlap)

Bu “ben ayrılmak istiyorum” hadisesi de hep ilginç gelmiştir bana...Ne demek yani ? Sanki birleşmeden önce “ben birleşmek istiyorum” diye bir cümle kuruluyormuş gibi...Zaten bu cümleyi söylemedeki başarısızlık , özgüvenin yetmemesiyle birlikte kendini daha da çok gösteriyor...Alper’in tane tane değil de “adabenayrılmakistiyorum” söyleyişinden anlayabilirsiniz bunu...Hani bu bir rica mı diye düşünüyorum...Rica anlamında söylenmiş bir cümle mi ? Sanki karşı taraftan bir onay beklermiş gibi , ayrılmak istiyorum , lütfen izin verir misin ? gibi bir çağrışım uyandırıyor bende...Tam tersi , “ben ayrılmak istiyorum” sen istediğini yap anlamı da çıkabilir buradan , ama söylediğin cümle karşındakini de ilgilendiriyor ; o yüzden anlamsız geliyor bana bu durum...

Neden hiç şaşırmadın acaba Ada ? Bir de böyle baştan beri ileriye dair ne olacağını önceden bilen(!) insanlar var...Gerçi bu bir film ama ;yine de bu duygu-yani kaderimizi ben biliyorum ama yine de fütursuzca bunun üzerine gideceğim- saçmalığı daha bir kendini belli ediyor...Deneyip sonucuna katlanamadığın şeyler , sonunda başına bela olsa bile bunları denemekten alıkoyamıyorsun kendini Ada biliyorum , çünkü durduramıyorsun kendini o sarmaları yerken bile...Bir çeşit paradoks da var burada aslında...Başlarken sorgulamayı bırakıp , her türlü şeyi yapabilirken , ilişkisinin sonlanacağını anlayınca “Niye koştun ki o zaman peşimden bu kadar ?” diye sorgulamaya başlıyor......Bunca şeyden sonra kendince sorgulamaya hakkın olduğunu düşünüyorsun Ada ; ama ağlamaya hakkın yok , “ki zaten ağlamıcaksın”...Yarın ne olacağını bilmeden yaşıyoruz hepimiz , bu ilişkiler için de geçerli...Ben böyle düşünüyorum ve çok sorun etmiyorum...O yüzden Alper’e hak veriyorum ve aferin diyorum...

‘AĞZINA SIÇAYIM’ mı ? Kadınların küfretmesi konusunda , onlardan daha yaratıcı olmalarını bekliyorum çoğu zaman...’Kadınların ağzına küfür hiç yakışmıyor’ gibi bir düşünceye sahip değilim...Elbette durduk yere bizler kadar küfür etmiyorlar(veya ediyorlar ama aleni şekilde değil) ama bazı durumlarda ‘ağzına sıçayım’ demek yeterli değil gibi...Bazen kadınların deli gibi küfür etmelerini istiyorum ,ama bazen de bunu abartanları garip buluyorum...Bu da benim yaşadığım bir paradoks herhalde...

Son olarak bir de konuyla alakasız ama, ‘sarma’ya ısrarla ‘dolma’ diyen insanlar var...O dolma değil kardeşim , bunu bir anla artık...Sarma daha küçük böyle içinde dolmaya oranla daha az malzeme var ve yaprakla yapılıyor...Her şeye dolma demeyi bırak artık...Her neyse daha fazla acıkmadan ‘ben ayrılıyorum’...

Lucky

Adımlarımı sıklaştırdım...Havaların olması gerektiğinden daha soğuk olması neticesinde “mevsim normalleri altında” lakabını aldığı akşamların birisinde “mevsim normallerine uymayan” bir kapri ve tişörtle dışarı çıkmıştım...Adımlarıma kazandırdığım hızla,gideceğim yerin özlemini çeken bir insandan ziyade günlerce dışarı çıkmamış ve dışarı çıktığı anda yabancı gibi hisseden ,insanların gün ışığından kalma gülen yüzlerini gördükçe daha da çok üşüyen bir insana benziyordum...Umursanmayışım ve umursamayışım uzun sürmedi...
Normalde her gördüğümde başlarını okşadığım , gözüme takılan kedilerden birisi ,bu kez ayağıma takılmaktan son anda kurtulup önümden fırlayınca biraz korktum doğrusu...Karşımda ,loş sarımtırak ışığı ve onun aydınlattığı yıllardır değiştirilmiyormuş hissi uyandıran gazete rafları ve her defasında nereden girildiğini anlamadığım kapısıyla market vardı...İçeri girmeden önce sürekli tüketilen cipslerin hiç kalmadığı geriye sadece arzu edilmeyen cipslerin kaldığı bir cips yığınına baktım...Aslında yeni bir cips gelmiş midir merakıyla bakıyordum sürekli ama bir süre sonra bundan vazgeçtim...İçeri girdiğimde , çoğu markettekinin aksine, gözden uzak bir köşeye konulan 'Pringles'ın (sanki çok ulaşılmaz bir şeymiş gibi)burada ayağımın altında olmasına şaşırmadım...Jelibonların asılı olduğu küçük şeyin gözümün içine içine girdiği ,bulmak istediğin şeyi sora sora bulduğun,sanki elde kalmış gibi her şeyin dolup taştığı ,deterjanla-sigaranın; çikolatalarla-bulaşık süngerinin birbirine komşuluk ettiği, içinde yürümenin sadece iyimser bir istek olarak kaldığı,'kendine has kokusuyla' , “bir aile marketindeydim" yine...
Kocasının olmadığı zamanlarda idare ettiği kadarıyla kalmayıp , zaman içinde ondan daha çok bilgiye sahip olan ve marketin patronu konumundaki kadın, bu tarz marketlerde yaygındır...Bu tipik özellik dışarıdan kolayca anlaşılabilir...

Kadının sigaralar hakkında bilgisi olup olmadığını sorgular nitelikte bir soru sordum : ”Lucky Strike geldi mi ya , yeni çıkmış diyorlar , size geldi mi ? “...Rafın en aşağısına bakıp ”Lucky Strayke mi? O kalmadı ya abisi” diye cevapladı kadın...”Lucky Strike”ı , “Lusi sıtrayk” olarak telaffuz edenlerin yanında kadının telaffuzu kulağıma rahatsız edici gelmedi pek...Türk piyasasına henüz girmiş ve adı bile doğru düzgün söylenemeyen bir sigara olan “Lucky Strike”ı, bu aile marketinde bulmayı ümit etmiyordum ama kırmızı versiyonunun(bana göre beyaz) tükendiğini ve sadece mentollüsünün(siyah) kaldığını öğrenince şaşırdım...Birkaç günlüğüne ,asıl içtiğim sigaramı bırakıp,bir paket alıp denediğim ve beğenmediğim bu sigarayı tekrar almaya niyetim yoktu tabii ki...Kadına “Winston Soft” dedim umarsızca...Sigarayı anında çıkardı , koydu...Sigarayı koyduğu yer, bozuk paraların alınıp verildiği oldukça aşınmış, içbükey tabağa benzer bir şeydi...Aile marketi karakteristiklerinden biri olan bu tabaktan gözümü çevirip , marketin raflarına baktım...Bir şey alacağım olmasa bile zaman zaman bu marketin içinde göz gezdiririm...Bilgisinden emin olduğum kadına tekrar döndüm : “Winston’dan çok mu satılıyor bu Lucky Strike?” diye sordum gıcık bir şekilde...”Valla Winston satışları ele geçirdi,ondan fazla satan yok” gibisinden bir şey dedi kadın...”En çok hangi Winston satılıyor?” diye sordum merakla(!) kaşlarımı kaldırarak...”Bayanlar Winston Light alıyor abisi” dedi ve ekledi : “Winston Cold var o da mavi paket ama en çok satılan Winston Box”...Biraz sessizlikten sonra ,“iyi akşamlar” demeden önce onu daha fazla sorgulamamı istemezmiş gibi “Afiyet olsun diycem ama , nasıl denir ki sonuçta ... zararlı”gibisinden bir şey dedi gülümseyerek...Zoraki bir gülümseme değildi ama konuşmanın bittiğini o an anlayıp, “iyi akşamlar” deyip dışarı doğru ilerledim...
Aile marketinin aslında sıcak mı soğuk mu belli olmayan havasından sonra , daha net bir soğuğa çıktım tekrar...Sanki öğleden sonra uyanmış da zombi havasını yeni atlatabilmiş ve ‘farkında’ bir insan olarak soğuğu tekrar hissettim...Adımlarımı daha da sıklaştırdım...

Dipnot : Harman değiştirirse ve tadı biraz daha düzelirse , Lucky Strike'a ikinci bir şans verebilirim ama , şuan için asıl ve sevgili sigaramı değiştirmeye niyetim yok...

Fever

Yüzünden düşen bin parçaydı dedim, içimden...Anlık bir yargılamaydı belki ama önemi yoktu...İnsan çoğu zaman bir başkasının yaşadığı gerilimi , iç huzursuzluğu tam anlamıyla idrak edemiyor...Böyle bir durumda da varsayım yaparak , anladığını gösterirmiş gibi , karşısındakine ya tavsiye veriyor ya da onun neden öyle olduğunu samimi bir şekilde sorgularmış gibi , “neyin var ,yüzünden düşen bir parça” , “ne oldu sana?” gibisinden cevabını pek alamadığı sorular soruyor...Elbette bu, söz konusu kişinin hayatında genel olarak yaşadığı bir probleme de işaret ediyor olabilir...Hasbelkader karşındakinin geleceğe dair yaşadığı korkulara da ortak olabiliyorsun istemeden...Böylesi bir durumda , cevap alsan bile kendi kaygılarının da su yüzüne çıkıp tartışılabileceğini düşündüğünden , “tamam anlatma , anlatmak istemiyorsan” cümlesini de kurabiliyorsun...
“Ne bakıyorsun yüzüme öyle ,benimle ilgili bir derdin mi var?” tavrına izin vermeyecek kadar kısa bir süre içinde ona baktım ve önünden geçtim...Baştan aşağıya kadar sahip olduğu rüküşlüğün tanımından habersiz , bununla ilgilenemeyecek kadar hayatın içinde olan(!) , asabi ve huzursuz olduğu her halinden belli , diğer insanlarla ilişkilerinde her an fevri bir davranış göstermeye meyilli , kaşlarını çattığı yüzünde anlamsız bir durgunluğa sahip , sıkıca arkadan bağladığı saçlarını tutturduğu lastik tokayla takındığı katı tutum; iki eliyle sıkıca tuttuğu okul çantasında da görülebilen , ne için giydiğini bilmediğini düşündüğüm sarı mavi tonlarla yazılı “ölünüz , diriniz , her gün biriniz , bir gün hepiniz Fenerli olacaksınız” tişörtüyle etrafa isyankar bakışlar atan , bir türlü gelmeyen otobüsü bekleyen onaltı onyedi yaşlarında liseli bir kızdı...Kızgındı...
Kendini bir başkasının yerine koymanın,olaylara o pencereden bakmanın herhangi bir sorunu anlamada ve çözmede işe yarayacağı düşünülür genelde...Bununla birlikte empatinin fazlası da yeni sorunlar yaratabiliyor...İkisinin arasını bulamayan çok insan var...Bir başkasının yerine gerçekten kendisini koyabilen insanların sayısını söyleyemem ; ama sürekli “ben senin yerinde olsam” cümlesini kuranların sayısının ‘empati yapabilenlerin’ sayısından fazla olduğunu düşünüyorum...
Nedense sık sık , ‘yaşam çok garip , çok ilginç insanlar var’ diyorum ve çoğu zaman bu insanları anlamaya çalışıyorum...Tişörtü okul çantasının içinde buruşmuş ama önündeki iddialı cümleyle içinde bulunduğu ortama hiddetini yayan kız için de durum böyleydi benim için...Yaşadığı gerilimi ve hiddeti anlayabilmek için sıradan bir bakış açısı yetersiz kalır diye düşünüyorum...Şöyle bir geriye dönüp baktığımda , yaşamın çok büyük bir derya olduğu hissinin anlaşılmaya başladığı o ilk yılları aklıma getiriyorum...Sanırım bu , küçüklükten başlayıp büyüyene kadar benliğinize daha da çok nüfuz eden bir his...Kendimi, öğrenilecek şeylerin çokluğu karşısında her zaman ufacık görmüşümdür...Belki de burada kurmaya çalıştığım empatinin temelinde bu vardır...O ateşi ve siniri , ben böyle anlıyorum...

Bazen düşünüyorum , insanın ruh hali , onu neden bu kadar ele geçiriyor ve onu kukla gibi oynatıyor diye...Asabi insanların içindeki engellenemeyen dışavurum da bunun sonucu mu acaba ? Sinirleniyorsun , kaşlarını çatıyorsun , moralin bozuluyor ve “böyle yaparak bir şeyleri düzeltemezsin” diyen ‘yüzünden düşen bir parçacı’ birçok insan türüyor etrafında...Bu insanların gerçekten bir şeyden anladıklarını sanmıyorum...Senin ruh halini tam tersi bir tutumla düzeltmeye çalışıyorlar...Sözde empati yapıyorlar...Bu da söz konusu insanları , istemeye istemeye kulaklarını tıkayıp sinirlerini dizginlemeye yönlendiriyor ki insanlar onlara 'artık' daha fazla bir şey söylemesin...Belki de böylece iç sesine kulak verecek ve kendi sorununu kendi çözecektir ; çoğu zaman da böyle olur zaten...
Gerçekten insanın yaşama dair binbir türlü bakış açısı olabiliyor...Düne kadar şiddetle savunduğun bir fikri ,bugün bir bakmışsın sonuna kadar eleştiriyorsun...Değişebildiğini görmek mutlu ediyor...Kaşlarını çattığın yüzünden inanılmaz bir kahkahanın kopabileceğini gördükçe artık eskisi kadar kafana takmıyorsun...Büyüyorsun ve 'yaşam böyle' diyorsun....Zaman ilerledikçe her an aynı kalamıyorsun...’Kendini anlıyorsun’...Hiçbir şeyi 'umursamayıp',geriye dönüp baktığında gerçekten yüzünden düşen bin parçayı çoktan topladığını anlıyorsun...

Na

Dıt dıt , diye saat başında öten Casio saatin duyulduğu an :
Kendimde bu saatten yok , yıllar önce vardı ama halen bu saati insanların kolunda görünce hayret ediyorum...Söz konusu olan saatin , bir de gece ayarı vardı , yani ışık veriyordu yeşilimsi...O ışığı da hatırlıyorum...Dıt dıt konusuna gelince , hayret ediyorum çünkü , yıllar geçmesine rağmen bu saatin kullanılıyor olması ilginç...Benim de biraz retro yanım vardır,değer veririm bu gibi şeylere ; ama bu sesi duyduğum zaman bir garip hissediyorum...

Duş başlığının kontrolünü kaybettiğinizde , etrafa delice su saçılan an :
Nasıl olduğunu anlamadığım , saniyeler içinde olan bir olay...Özellikle su son derece açıksa , tavana , banyo lambasına filan sıçrayabiliyor...Bir keresinde lambayı patlatmıştım o şekilde...Ben mi sakarım bilmiyorum...”Duş başlığı” isim olarak doğru mu değil mi bilmiyorum...Bu kontrolün kaybedildiği an aslında biraz eğlenceli...Nasıl olduğunu anlamadığım bir diğer olay ise : duş hortumunun ölümüne dolanması...Bu da başka bir konu tabii ki...

Sigaranın tersten yakıldığının anlaşıldığı an :
Aslında hiç sevmediğim bir durum , çok sık başıma gelmedi fakat birkaç kere başıma geldiğinde üzülmüştüm bir hayli...Özellikle bu son sigaranızsa kötü oluyor...Ağza gelen o kekremsi tat , belli bir süre ağızda etkisini hissettiriyor...Yaşamdan soğutmuyor beni ama yine de hoş değil...Muadili olarak kötü bir çekirdeğin ağızdaki bıraktığı tat örnek gösterilebilir...Sanırım çekirdek daha kötü hissettirirdi bana...Ağızdaki tadı değiştirmek adına ikisi için de aslında yöntemler mevcut...Sigaranın o kısmını kesmek veya ısırıp atmak ve çekirdek için de bol bol ağza tuz atmak ardından çitlemeye devam etmek...

Çay , salep vb. içerken ağzın yandığı an :
İnsanın bile bile yaptığı şeylerden birisi bu sanırım veya yaptıktan sonra ders almadığı şeylerden birisi de olabilir...Gerçi toplum olarak da bir şeyi illaki denemeyi , onun zararını görmeyi yeğlediğimiz için olabiliyor bu tarz şeyler...Salep zaten kötü bir üne sahip bu konuda , neredeyse sıcaklığını hiç kaybetmeyen bir içecek...Ağzın bu yanmadan sonraki , durumu nasıl düzelttiği de aklımın almadığı bir konudur...Nasıl bir sıvı salgılıyor da o sıcaklık hissi gidiyor...Kendini gizleyen bir diğer ağzı yakan şey ise : patates kızartması...Özellikle elma dilim patatesin içindeki alev gibi kısım kimi zaman bana zor durumlar yaşatıyor...

Gece cibinlik içinde damda uyumaya başlanılan an :
Çoğu zaman şehir yaşamında görmediğimiz bu manzarayı ben çok seviyorum...Sineklerden korunmak için çok güzel bir yöntem cibinlik...İçindeki yatak da rahatsa tadından yenmiyor...Burada insanın saatlerce uyuyası geliyor ama tabii ki hava faktörü çok önemli...Sıcak bir havadaysanız , zamanın biraz geçmesi gerekiyor ki gecenin o serin havası gelsin...Bu serinliğin ilk geldiği an süperdir mesela...Dışarda böyle bir konumda uyuyorsanız gerçekten kendinizi rahat hissediyorsunuz...Tabii bu his sabahın ilk ışıklarıyla baltalanabiliyor...Böyle durumlarda gece hiç bitmesin istiyorum...

Ben kaçayım deyip , kaçılamayan an :
Aslında bu kaçmak tabiriyle ilgili ilginç şeyler var...Sanki ortamda zorla bulunuyormuşsunuz gibi bir his bırakıyor...Kaçmak isteği artabiliyor o ana gelene kadar...İnsanlar da "nereye kaçıyorsun dur daha" diye ısrar edebiliyor...Onlar da yakalayıp bırakmak istemiyor demek ki seni...İşte tam ben gidiyorum (d.b.a "kaçayım") , deyip gidilemeyen an çok fena...Belli bir süre sonra elbette gidiyorsun ama , o an kaçamadığın için bu durum içinde bir ukde olarak kalıyor...

Na

Anlar...Çoğul kullandım çünkü yaşamın anlardan oluştuğuna inanıyorum...Aslında ,bu klişe durumu biraz açmak lazım...”Hayatımın anı” denilen kavram ,böyle düşününce anlamını kaybediyor bana göre..."Hayatının anı” olarak adlandırılan şeyin öncesinde onu tetikleyen bir sürü an vardır mutlaka...Önemli olan belki de bu anları anlayıp , onları toplayabilmek...Söylediklerimde çok kesin bir yargıya varamam elbette ama , birçok anın iyi veya kötü , ortaya çıkınca , onları fark edince anlam kazandığını düşünüyorum...Yazıya giriş anı da değişiktir mesela , nasıl başlayacağını , ilerde ne anların seni bekleyeceğini bilmezsin , bu benim için çoğu zaman böyledir...Öyleyse ,

Bir şeyi unutup , ben bunu söyleyecektim unuttum deyip , onu hatırladığın an :
Çok güzel bir durum...İlk etapta unutmak çok sıkıcı gelse de , sonradan hatırlayacağını bilmek fena olmuyor...Çoğu durumda umudu kaybetmemek lazım...”Hatırladığın an paha biçilemez” diyemem ama güzel oluyor yine de...Beynin bir oyunu gibi...

Sakızı iyice esnettikten sonra , biraz su içip,ağızda tutup, sakızın ilk haline döndürüldüğü an :
Aslında tam olarak dönmüyor ama sanki bir yenilenmiş hissi yaratıyor...O çiğnemekten bıkıldığı anı tazeleyen , güzel bir durum bu...Böylelikle saçma sapan bir direniş gösterip , üç dört gün çiğnediğim bir sakız vardı , ondan sonra bunu denemedim...Ama sık sık bu suyla yenilenmeyi yapıyorum...

Karanlıktayken , doğru anahtarı ilk denemede bulup , kapıyı açtığın an :
Kapı açmak , kimi zaman iyi , kimi zaman karşında ne bulacağını bilemediğin için kötü oluyor , ama bu bahsettiğim durumda , iyi veya kötü hiçbir önemi yok...Başarma hissiyle alakalı bir durum bu sanırım...Şansına çok güvenmeyen insan güruhundan olduğumdan ,küçük de olsa başarmış hissi beni iyi yapıyor...Tam tersi bir durumda ise , doğru olduğu sanılan anahtarı deliğe sokup başarısız olma anı vardır ama o da başka bir konu...

Uyandığın anda , o günün çalışma günü veya okula gitme günü olmadığını anladığın an :
Bu sanırım , biraz da yaşama bakış açısıyla ilgili bir durum...Bana kalırsa ,her gün tatil olsun isteği , biraz vurdumduymazlık , kendine haksızlık , yaşama doğru düzgün bakamama , deliye her gün bayram boşver bunun ne dediğini, olarak algılanabilir...Ama bu söylemlerden pek etkilenmiyorum...Yaşamın sürekli bir uğraş olduğu gerçeğini bir yana koyarsak , bu gibi küçük şeyler insanı mutlu edebiliyor...En azından kendini mutlu ediyor kim ne derse desin ve bu da gayet yeterlidir yaşamak için...

Tişörtün vb. ters giyilip , çıkarmadan döndürerek düz hale getirildiği an :
Bu durumda “adam sende” , cümlesini duymak hoşuma giderdi doğrusu...Bu gibi saçma şeylerle övünmeyi bazen seviyorum...Üşengeçliğimin bir dışavurumu olarak bu gibi şeyleri yapıyorum...Buna bağlı olarak yaptığım birçok eylem var...Örneğin suyu bardağa doldurup şişeden içmek gibi...Böylece bir diğer su içilme anına hazır bir bardak suyunuz oluyor...Örnekler çoğaltılabilir...

Bir müziğin en sevdiğiniz yere gelmesiyle birlikte ,dünyadan soyutlandığınız ve onun bittiği an :
Ben buna çok takıyorum...Eski yazılarımda da bahsetmiş olmam gerekir , güzel şeylerin hemen bittiğiyle ilgili...Bütün bir şarkının,müziğin en sevdiğiniz yerlerle dolu olduğunu düşünün...Kimisi şarkının her bir yerini çok seviyorum diyecektir ;ama bana göre bunların sayısı bir veya ikiyle kısıtlıdır...Garip bir durum...Bunun bittiği an,insanı biraz hüzne gark ediyor , ama şanslıyız ki tekrar dinleme gibi bir seçeneğimiz var...

Dil sürçmesinden hemen sonraki an :
Kimileri bu duruma takmıyor ama ,ben bu insanların içten içe üzülüp,aslında bunu gizlediklerini düşünüyorum...Neden öyle olmasın ki ? Hata yaptın işte, yanlış söyledin ve belki de komik bir duruma sebebiyet verdin...Belki de bu konu ile ilgili mükemmeliyetçiliğe değinmek lazım...Kötü bir durum bana göre, takmamak bir seçenek , ama sonradan düşünmemek elde değil...

Beynin sömürülüp , sabahın ilk ışıklarını görerek ,bütün gece boyunca yaptığın şeylerin ardından yapılacak hiçbir şeyin kalmadığını hissettiğin an(zıbarma anı) :
Her insan için geçerli değildir , birçok insan da düzenli şekilde uyuyor , uyanıyor ama bu benim için öyle değil...Ben bu anı mazoşist bir şekilde seviyorum...Beynine yazık cümlesini ise , bir ayna gibi yansıtıyorum , eğer ki o cümleyi kuruyorsanız bana şuan...Öyle yaparım genelde bunu söyleyen kim olursa olsun...Düzen demişken, benim düzenim de bu işte...Yarın yapılacak birşey yoksa sabaha kadar durmak...Çay içersin , kahve içersin , kitap okursun , oyun oynarsın , müzik dinlersin birçok şey yaparsın ve bir an gelir işte bunları tekrarlayamazsın , o anı diyorum...Bir kahve daha içemezken en fazla ne yaparsın? zıbarırsın elbette...