RSS

Sempatik Değilim (24 Mart 24)

Merhaba, takıldığım ve pek haz etmediğim konulardan biri de (daha önce de sözünü etmiştim yazılardan birinde) “yaka mikrofonun aşırı şekilde ezilmesi sonucunda höykürme şeklinde konuşma” babında “GEEEL” “gel bakim buraya” “gel, gel, oyy, gel” gibi cümleler. Bu genelde dizilerde, hayatımızda, karşı tarafı teskin etmekte kullanılan popüler bir ifade. Duyduğum zaman hayattan soğuyorum ve anlamıyorum. Sorunu olan kişi, diğer kişinin ‘gel’ çağrısına uyup sarılınca her şey çözülüyor mu? Çok saçma gerçekten.

 







Sosyal medyayı birçok yönden eleştirebiliriz. Çoğu zaman dikkat edilirse, hatalar ve tuhaflıklar silsilesi bizi karşılayabilir. Sürekli aklımda olanlardan bir tanesi: “yabancı platformlarda paylaşılıp ülkemiz kullanıcılarının da bunun aynısını kopyalayıp kendilerince bir espri yapma ihtiyacı hissetmesi ve sanki ilk kez kendileri paylaşıyormuş gibi bunu ‘repost’ etmeleri. Yeniden paylaşmaları. Bence gereksiz bir eylem. Bana göre çoğu şey gereksiz de neyse..

 

Gençlerin, daha doğrusu ergenlerin ve onların küçük kardeşlerine geçen, ağızda eğreti duran ifadeler beni yoruyor. Zaman kaybı gibi. “Boş yapma” demek mesela en gözde olanlarından birisi. Yerli yersiz her şeye boş yapma diyebilme özgürlüğünüz var günümüzde.

Evet, boş yapıyoruz çoğu zaman ama bunu bir başkası yerli yersiz dile getirince ellerine ne geçiyor anlamıyorum.

 









Bir şeyi araştırıp öğrenme, bununla ilgili bilgi paylaşma artık günümüzde ‘cringe’ (utanılacak) bir şey haline dönüşmüş durumda. Bundan yaklaşık on yıl önce kadar böyle bir durum tuhaf karşılanmazken şu anda bir bilginin doğrusunu (veya alışılagelmişinin bilgisini vermek) ayıplanacak bir unsur haline gelmiş durumda. En azından bu benim gözlemim.

 

Aslında olumsuz şeyleri kaleme almadığım bu kısımda, ilginç bir şekilde daha önceden hoşlanmadığım ve şimdilerde hoşlandığım bir şeye evrilen durumdan bahsetmek isterim: o da boxerların kıç-kuyruk sokumu kısmında yer alan 5li 10lu plastik etiket kısmının değişmiş olması. Bunlar büyük markaların boxerlarında var ve nedense kurtulmak mümkün olmuyordu ama, en son aldığım bir markada bu sorunun aşıldığını görmek beni memnun etti. Gerçekten hayat kalitesini artıran bir durum oldu bu.

 

Düzgünce yaşamak diye bir durumun olmadığını zaman içinde anlamıştım ama çoğu şeyi kafanda rayına oturtmuş gibi görürken, illa bir yerden sorun çıkması, kafayı çok yoruyor ve moral düşürüyor.
Neyse vardır bir hayır deyip yola devam ediyorsun.

Yukarıdaki paragrafa ek olarak, eskiden yer alan her sene çılgınca şu telefonu/tableti alayım çılgınlığı son dönemde azaldı gibi. O da güzel bir gelişme bence.

 

Son olarak futbola da değineyim. Hangi takımı tutuyorsan tut, karşı tarafın maçlarına şike/hakem bilmem ne demek sizce de baymadı mı artık? Demek ki bu ülkede top oynanmıyor hiç. Her maç bir kurgu.

Bunlardan kurtulup eski yıllardaki futbol rekabeti özlemini taşıyorum kendi açımdan. Bu gereksiz bir duygu olsa bile. Başkalarının fikirlerini pek önemsemiyorum bu noktada. Çünkü insanın ilgilenmek istediği az da olsa bir şeyler oluyor hayatta.

 


Zeman

Zaman zarflarına neden ‘zarf’ denmiş onu tam bilmiyorum, ilkokuldan beri de takılmışımdır buna. Tabii bakmaya da üşenmedim elbette:

Zarf veya belirteç; bir fiilinfiilimsinin, sıfatın veya başka bir zarfın anlamını yer, zaman, durum ve miktar bakımından niteler.

‘Bugün’ değinmek istediğim zamanla alakalı olanlar. Belirteç de bir o kadar tuhaf...


Bazen: Benim en çok kullandığım kelimelerden birisi. “Zaman zaman”a benzeyen, ortada kalmış, emin olunamayan durumlarda kullanılıyor.

 

Arada sırada: Bu ifadelerin hepsi dilbilgisinde zaman zarfı olarak geçmiyor fakat ben bu zamanı anlatan ifadeleri derlemek istedim. Arada sırada böyle şeyler yapasım geliyor.

 

Mütemadiyen: Aslında eskilerden gelen bir kelime. ‘Devamlı’, ‘sürekli’ gibi anlamlara sahip. “Mütemadiyen başımı ağrıtıyorsun” denmez belki ama mütemadiyen demek saçma bir şekilde keyifli.

 

İkide bir: Yapılan şeyden artık usanıldığını veya karşı tarafa usanç verildiğini ima eden bu ikileme, insanı yoruyor ve ikide bir karşımıza çıkıyor.

 

Bilahare: Bu kelimenin anlamını bilmiyordum, sonraları kullanmaya başladım bilinçli olarak ve bununla birlikte yaşlandığımı hissettim.

 

Daha sonra: Yani bir işin sonralığını daha da pekiştiren, ateşi körükleyen korkunç bir ifade. ‘Daha sonra yaparız, daha sonra ilgileniriz’ (Sadece ‘sonra’ diyince daha az etkili oluyor)

 

Beri: Dünden beri, geçtiğimiz X zamandan beri. Çokça kullanılan bir ifade. Sanırım olmazsa olmaz bir kelime bu hayatımızda. Yerine kullanılabilecek bir kelime sanırım yok.

(Öte filan var da onlara girmeye hiç gerek yok)

 

Evvelsi gün ve gün aşırı: Yani şu yaşıma geldim (hangi yılda okuyorsam artık) bunların anlamını samimiyetle ve açık yüreklilikle çok bilmediğimi söylemek istiyorum. Evvelsi diyince dünden daha da öncesi anlaşılıyor galiba, ama ne kadar önce? Gün aşırı ne demek, duyuyorum ama beynim almıyor demek ki. Bende bir sorun var.

 

Daha: Çokluk anlamı katmayan ‘daha’ dan bahsediyorum, henüz gibi. İçinde sanki birden çok anlam barındıran bir sözcük gibi geliyor bana ‘daha’. Bilemedim.

 









Halihazırda: Bir eksantrik ifade daha. Başka dillerde bize garip gelen kelimelerin bir arkadaşı gibi olan bu sözcük, bugünlerde, bu sıralarda anlamına geliyor. Ben daha çok “zaten” gibi anlıyorum bu kelimeyi.

 

Şu anda: Yazılışı itibariyle zorlanılan kelimelerden birisi. Doğrusu “şu an” Zamanın tam da ortasında, içinde olduğumuzu bize hatırlatır. Geçmiş ve geleceğin tam ortasında, ilginç bir yerdedir.

 

Şincik: Bu “şimdi” kelimesinin değişik kullanımlarından birisi. Dedem sanırım “herkeş” derdi, bu tarz kelimeler bana hep bunu anımsatır.

 

Şimdi sizi zamanın ötesine veya gerisine atmadan (bilmem yapabilir miyim), sizi kendinizle baş başa bırakıyorum. Daha sonra yine yazarım.

Çxalva

Yağmur, kuş, Pazartesi, uyanış,
çanta, başlangıç, mide, okul, koku, düzen, Matematik, yüz, pencere, bulantı, beklenti, bekleyiş, bilinmezlik,
çise.
Kalabalık, kaptanlık, kıvrak, kolye,
servis, karanlık.
Seçim, kol,
düşünüş, düşler,
toprak, uyku, yaprak, düşüş,
huzursuzluk,
huysuzluk,
uygarlık,
sıra, zil, teneffüs,
hol,
hal, kalmak, rüzgar,
siren, kimyager, kronik,
dizgi, dergi,
bakış, iç açılar,
içermek, büst, ders,
geliş, kargaşa, dönüş,
kalem, resim, kara,
tebeşir, pantolon,
bulut, konut, silgi,
golgi aygıtı,
tufan, gergin, pergel,
ilginç, ara,
iletki,
kızgın, tatsız, hoşnut,
rahat,
boğaz, mazgal, simit,
sel,
kitap,
öğretmen,
özgül ağırlık,
yorum,
yemek, mantık,
dinginlik,
olasılık.



 

sølet

Benim gibi uykusu kaçan, uyuyamayan, rahatsız insanlar var mıdır dünyada? Evet tabii ki vardır. Fakat, ortak yönlerimiz bulunur mu bilmem...Onları tanımıyorum ama yine de öksürük tutmuş ve uykuya müsaade etmezken birkaç tavsiye vereyim sizlere,

Çoğuna uyamadığım ama çokça işe yaradığını düşündüğüm şeyler bunlar.

Herkesi dinleyin, kulak kabartın, ama günün sonunda en çok kendinizi dinleyin...Kocaman dünyada, kısacık yaşamda bunu yapmak zorundasınız.

Yaşamı çok da ciddiye almayın. (Tamam hiç almayın demiyorum) ama zaten kimse sizi ve müthiş kararlarınızı, planlarınızı önemsemiyor.

Sürekli, boş yere delüzyonlara kapılıp, kendinizi negatifliğe itmeyin. Bunu söylemek, önermek, tuhaf geliyor ama doğrusunu söylemek gerekirse, umursamaz, yalancı bir pozitiflik yerine, olumsuz düşünmemeye çalışmak daha mantıklı.

Sevdiğiniz şeyleri yapın. Baktınız usandınız –bunlardan bile- o zaman sevebileceğinizi düşündüğünüz şeylere yönelin. Çok zor değil galiba.

Ben hep insanlara faydalı bir şeyler bırakır mıyım uğraşısı içinde gibi görürüm kendimi. (Ne kadar başarılı olup olmadığımı bilmiyorum) Siz de böyle yapın demiyorum öte yandan.

Kafayı çok –yemeyin-. Tamam insan olarak harika bir şekilde sinirlenip çıldırabiliyoruz. Bunu bilerek abarttığınızı fark ettiğiniz o anda, bundan vazgeçmek gerekiyor. Çünkü o andan sonrası artık kendini kandırmak oluyor. Uzatmaya gerek yok.

Ben dağınık olmayı, düzenli olmaya yeğliyorum. Daha doğrusu kendimde doğal bir düzen gelişiyor (gelişmiş) olarak addediyorum. Kafamdaki çoğu şey düzenli, her ne kadar fiziksel dünyama bu yansımasa da.

Gidilmemiş yerlere gidin. Böyle öneri olmaz olsun ama gidin görün, şehrinizde nereler var, hangi sokaklarda ne gibi hayatlar yaşanıyor, görün.

Düzgünce, insan gibi yaşamayı herkes istemiyor, bunun bilincinde olun (çevrenizin yani)
Ayrıca bence en önemli konulardan birisi de gerizekalı gördüğünüz insanları bir bir hayatınızdan çıkarın. Anlamıyorum bunun yapılmamasındaki ısrarı.

Canınız ne yemek istiyorsa yiyin, ne içmek istiyorsa için. Yok ben kendimi kısıtlayacağım diyorsanız, neden bunu yaptığınızı da sorun kendinize. Ben genelde “X” yiyecek kötüdür, sağlığa zararlıdır denilince umursamıyorum.

Yağmuru, kışı, çamuru, sıcak havayı, üstünüze yapışan tişörtü, önemsemeyin. Bu mevsim şartları her zaman var ve olacak :D

Burada bir es verecek olursam, yukarıda bahsettiklerimde insanları eleştiriyor gibi göründüğümün farkındayım. Kendimi de eleştiriyorum, fakat insan bencil bir varlık ve kendisini yerden yere vuramıyor, başkalarına ise demediğimizi bırakmıyoruz.
Düşüncelerim, çeşitli dertlenmelerimin tezahürü.






















Gülün veya ağlayın. Düşünün. Bunlar güzel şeyler. Duygusal açıdan kendimizi kısıtlamamız için bir sebep yok.

Düşüncelerinizin bazılarını kendinize saklayın. Her şeyi dillendirmeyin. Bunlarla ilgili bir sürü atasözü, deyim vardır.

Hayat, genellikle rastlantısal şeylerle bizi şaşırtmayı sevdiği için, bu akışa kapılıp gitmek gerekiyor. Daha önceden zaman kavramı, saat, takvim gibi konularla ilgili yazmıştım, yinelemem gerekirse “günün 24 saat olması” vb. “belli günlerde birtakım aktivitelerin yapılması zorunluluğu” gibi konulardan sıkıldığımı söylemek isterim.
Norveç'in kuzeyinde ada sakinlerinden öneri” haber başlığında “Norveç'in kuzeyinde yer alan Sommarøy halkı, yaşamlarında saat kullanımını ve 
saat ayarlı planlamayı bırakıp 'zamanı kaldırmak' istiyor.” cümlesini okuduğumda heyecanlanmış ve ben de burada yaşamalıyım demiştim.

Bu fantastik fikre sıcak bakan 300 kişilik halka dahil olmak beni mutlu ederdi sanırım.

Mutsuzluğun doğal olduğunu çok iyi bildiğim gibi, neyin beni mutsuz ettiğini de çok iyi teşhis edebildiğimi düşünüyorum. Eğer bunu yapamazsanız, sorun yok, en azından benim gibi uykusuz kalmazsınız.

Household

 

Bizimle beraber geçirdikleri zamandan bazen haberdar olmadığımız bu aletler, kendi içinde bir dünyada var olmaya devam ediyorlar...Biraz bunlardan bahsetmek istedim...

 

Çamaşır Makinası:

Bu arkadaş kendi halinde ve son derece memnun bir şekilde hayatına devam ediyor. Modlarını ayarlayıp salıverdiğiniz bu aygıt, sizi çok yormayan bir kafaya sahip ve dost canlısıdır.İşini gücünü tamamlayıp, sonra sizi bilgilendiriyor.

Bazen imrendiğim bu özellikleriyle, kimi kimsesi olmayan, etliye sütlüye karışmayan bu ev aletlerini sevdiğimi söyleyebilirim.

 












Elektrikli (veya şarjlı) süpürge: Aslında bunlar olmadan hayat biraz zor oluyor. Hiç olmazsa gerçekten olmuyor, varlığı size biraz iş çıkarsa da iletişim kurduktan sonra son derece faydalı ve sizi üzmeyecek bir alet.

 

Buzdolabı: Bu aletler, bazen (eğer eski ise) ‘buzdolabı horlaması’ adını verdiğim bir sendrom yaşıyorlar . Genellikle saat 2.57 gibi birden ortaya çıkan bu durum sizi de tribe sokuyor ama kısa süreli oluyor, ondan sonra dert etmiyorsunuz. Bu problemler uzun sürerse,  eskisini atarak kurtulabiliyorsunuz. Yenilerde bu hastalık aşılmış durumda şimdilik gördüğüm kadarıyla.

 

Bulaşık makinası: Bununla ilgili tek sözü edilmesi gereken konu sanırım içine konulan tabletin kalitesi.  İyi tablet iyi sonuç demek, bazen çok ses yapıyorlar bulaşık makinaları canımı sıkıyor.


Kahve Makinası: Bu arkadaşlarla ben gerçekten arkadaşım ve son derece memnunum. Hayatın hızlılığı göz önünde alındığında sizi yardı yolda bırakmayacak bu aletler, çok da alçak gönüllü tek başına mutfakta hayatına devam ediyor. Bir davlumbaz kadar kendisini göğe çıkarmıyor, alçak gönüllüler.

 

Fırın: Tabii ki burada, eski taş fırından söz etmiyoruz. Kendisini belli bir seviyeye kadar ısıtan bu arkadaşlar, benim aklımda hep bir tehlike sinyalleri oluşturuyor. Birden bire patlayacak sandığım bu aletler, gerek alt-üst pişirme, gerekse ızgara modlarıyla yemeklerinizi 30 dakika gibi kısa sürede pişirme yeteneğiyle göz dolduruyor. Çokça etkilendiğimi düşündüğüm fırınlar, yeri gelince yeter artık deyip “tınnnnn” sesiyle gönüllerimizde taht kuruyor..

 

Davlumbaz: Az önce sözünü etmiş olduğum bu aletler ise çok matah olmasa da, bir şekilde mutfakta takılıp devam ediyorlar. Herhalde sürekli yağlı ve tencere yemeği yapmadığımdan mütevellit çok ihtiyaç duymuyorum ama görünüş olarak fiyakalı, zaman zaman ışığından faydalandığım bir alet.

 

Klima: Buna tek sözüm, çok ses yapması ve bazen ağzından su kaçırması. O kadar...

 

Set üstü ocak: Bunu fırınla beraber düşünmek lazım, ama eski tip gazlı yerine uzun süredir tercih ettiğim elektrikli versiyon çok işimi görüyor ve temizleme açısından son derece kolay. Pişirme açısından normal ocak ile pek bir farkı yok, o yüzden teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Genel olarak, ev aletlerinden (robotlardan) memnunum ve işimizi kolaylaştırıyor fakat daha da iyisi gelebilir miydi ne olurdu orasını pek bilemiyorum. Biraz da negatif açıdan beni üzen hiç sevindirmeyen bir ev aleti düşünecek olursam o da modemdir. Canım modem bak beni çok sinir ediyorsun, kendine çeki düzen ver...

 


 

Nunc

Hayatımda bugüne kadar duyduğum ve anlamlandıramadığım bir sürü ifade, kafamın içinde mütemadiyen döner. Bunları toplasam büyük bir yığın halinde karşınıza çıkabilir. Şimdilik sadece bir kesit sunmuş olacağım. Bu ifadelerin çoğu kulağıma tuhaf (yer yer komik) gelir ve manasızmış hissine kapılırım. Zahmet edip de bunların gerçek anlamı nedir diye göz atmadım belki bunu yapsam üşengeçliğimi bir kenara bırakıp “hmm gerçekten de anlamı buymuş,hııı” deyip hayatıma devam edebilirdim ama yapmadım. Bu gariplikler içinde yazının devamı şöyle:

-Uzatmalı Sevgili: Şimdi bu ne demek gerçekten? İyi bir şey mi kötü bir şey mi? İlk intibam iyi olmadığı yönünde. Futbol veya basketbolda uzatma, maçın sonuçlanması için verilen ekstra süreye işaret eder. Bu durumda ‘uzatmaya giden bir sevgili’ olumsuzdur ve 'sevgili olmaya devam etmemelidir' gibi bir düşünce oluşuyor kafamda. Duyduğumda garip bir şekilde “bu ne lan” dediğim bir ifade bu...

-Herkese önemli görevler düşüyor: Bunu söyleyen kimsenin o sorumluluk her neyse bundan payını aldığını düşünmüyorum. Bunu söyleyen kişi en başta sorumluluğu üstlenmiyormuş gibi bir fikir oluşuyor kafamda. Kaldı ki başkalarına böyle bir görev atfetmek kimsenin haddi değildir. Bana önemli görevler düşmüyor bu hayatta. Neyi nasıl yapacağımı kendim belirlediğim için (en azından seçme konusunda kendi düşünceme bağlıyım) bu ifadeye gıcık kapıyorum diyebilirim. Bununla ilgili olumlu bir görüşüm yok ne yazık ki.

-Nato kafa nato mermer:  Bunda biraz hile yaptım tamam, ekşi’den filan da baktım fakat tam bir bilgi yok galiba,Yunanca olduğu salık verilmiş. Bildiğimiz “Nato” ile alakası yok sanırım fakat çok sert bir ifade gibi. İçerisinde mermer geçmesi beni huylandırdı.

-Gelişmeler, birazdan... Haberlerde duyduğumuz bu ifade cidden benim gibi sabırsız insanlara göre değil. Ben birazdan öğrenmek istemiyorum gelişmeleri her neyse hemen öğrenmek istiyorum. Bunun bir formülü yok mudur acaba?

-Geri beslemede bulunmak (diğer bir deyişle feedback vermek) Bu gibi ifadelerin Türkçeleştirilmesinin gereksiz olduğunu birçok kez önceki yazılarımda aktarmışımdır. Neyi geri besliyoruz, bir kere “geri” kelimesi saçma. Halihazırda “Feeding” (beslemek) kelimesi Türkçe’ye tam uyarlanamıyor gibi geliyor bana.

-Kartlar yeniden dağıtılıyor: Normalde kart oyunları (poker,king,batak vb.) oyunları çok oynayan birisi olarak bu ifadeye aşina olmam ve çözmüş olmam gerekirken bunu halen garipsiyorum. Sanırım siyasi birtakım anlamlar içeriyor. Tam olarak ne olduğunu öğrenmek de istemediğim ve yanından geçtiğim bir ifade. 

Hayatın içerisinde yer alan bu ifadeleri zaman zaman yazıyor olacağım.

Sempatik Değilim...v2

Bazen hiçbir şeyi önemsemiyoruz fakat önemsediklerimizin de ne kadar değeri var emin değilim…Örneğin bir deodorant markasının “Black Night” ürünü gibi…Fazlasıyla umrumda olan bir ürün değil fakat, neden “Siyah Gece” olduğunu bilmiyorum (yani farklı bir gece rengi varmış gibi) ...Buna benzer tabirleri sevmiyorum “karanlık gece” “ultra koyu siyah gece”  “bembeyaz bulutlar” “ilk günkü gibi bembeyaz çamaşırlar” vb…

Yeri gelmemişken, “mutfak adasına" da değineyim..Bu gözlemlediğim kadarıyla Amerika’da çok tutulan ve ülkemizde de yer yer hissedilen, etkili bir kavram…Şöyle ki bir mutfak var, bir de onun adası var…Yani “İstanbul ve Büyükada” gibi diyebiliriz… “Şehrin kalabalığı ve kaosundan kurtulup düzgünce yemek yenilebilmesi için adalara kaçılabiliyor, sanırım o yüzden ada denmiş” fikrine çok çok sonra ulaşmıştım, çünkü “ada ne be” filan diyordum önceden… “Mutfak adası” ilginç, dışarıdan ürün gelebiliyor…Adanın kendisinde üretim olmuyor genelde…İlginç bir coğrafi yapı kendisi…

Bazen yiyip içmekten sıkıldığınız oluyor mu? Benim oluyor… Diyorum ki kendime: yemek yemek de en az, uyumak kadar zorunlu ve gereksiz bir eylem…Tamam, farklı lezzetler tatmak güzel, kendimizi gurme gibi hissetmek filan hoş oluyor; ve fakat “bu sabah da mı kahvaltı yapacağım” duygusu bazen hasıl oluyor bende… Neyse napalım … (Öyle durumlarda kahve ya da çay içiyorum sabah fakat o da sıkıcı)

“AAaa senin feysin yok mu?” veya “fæce’i olmamak da yani…” gibi ifadelerin günümüzde azaldığını görüyorum, olay sanırım Insta’ya döndü… E bir zamanlar insanların kafasını ütülediğiniz ve neden bu sosyal ağda yoksun denilen sosyal ağı neden “bugün” de aynı özveriyle(!) savunmuyorsunuz ? Anlamıyorum..Tamam orada yokum ama dün ısrarla savunduğunuz şeyi bugün savunmuyor oluşunuz beni sıkıyor…Evet pek sempatik olamayacağım bu ve buna benzer konularda…

Yavrumuza ev arıyoruz!” gibi cümlelerle bezenmiş ve hayatı sadece bundan ibaret olan insanlar var, biliyorum, bununla ilgili sanırım Tweet atmıştım (evet Twitter kullanıyorum) biraz daha açayım konuyu… Sabahtan akşama kadar, hayatımızda asla ilgilenmeyeceğimiz hayvanlarının reklamını yapan ve kendi vicdanlarını rahatlattıklarını düşündüğüm bir kitle var, inanılmaz…Yani buna ben bu kadar zaman ayırsam, farklı bir insan olurdum ve bu yazıyı yazmıyor olurdum herhalde… Yanlış anlaşılmasın, kedileri çok seviyorum bunu daha önce defalarca ifade etmişimdir… Sanırım ben “insanları” sevmiyorum…

“Çarpık kentleşme” devam ediyor… Bunun yerine gerçek anlamda “kentleşme” gerçekleşse o kadar iyi olacak ki…Bu konunun üzerine daha fazla bir yorum yapamam fakat söz konusu kendi çevreniz olunca, duyarsız kalamıyorsunuz…



Son olarak şunu söyleyeyim: daha önceden reklamları çok eleştirmiştim bu yazılarda ve başka yazılarda, fakat son dönemde, değişen çağımızla ilintili olarak reklam izlemez oldum. Artık bu kötü reklam saçmalığına internet üzerinden devam ediyoruz. Fena olmayan bir algoritma ile, “X” sitesinden satın almayı düşündüğün (sadece düşündüğün) herhangi bir ürünü, diğer bütün sitelerde reklam olarak görüyorsun… Bu “Satın al, al al! Hemen al!” taktiğini hayata geçirmek için ne kadar çok çaba harcanmış…İnanılır gibi değil… Bu reklamları gizleyebiliyoruz; ama o süreye kadar amacına ulaşıyor zaten… Yine konuyu şunu getirmek isterim: “Z şirketi bu işi biliyor ağbi” “nasıl yapıyor hayret!” filan diyoruz ya, bu sistemi yine “insanlar” hayata geçiriyor ve ben o insanları sevmiyorum…