RSS

Pseudo

Pseudo-kaka : Tuvalete gittiğinizde idrak edebileceğiniz olaydır…Aşamalar normal kaka yapma sürecinde olduğu gibi ilerler…”X" bir şekilde kaka yapma ihtiyacını , beyine ulaşan sinyaller eşliğinde fark eder…Tuvalete gidilir ve süreç burada sekteye uğrar…”Pseudo-kaka” veya “Pseudo-kaka yapmak” eylemi burada ortaya çıkar…Aslında insanların kendi kendilerini kandırdıkları ender olaylardan birisidir…Birinci aldanış , kaka yapacağını düşünüp gitmesi ve aslında yapmak istemediğini anlamasıdır..İkinci aldanış ise , “ben salak değilim ki , neden böyle bir işe giriştim bilemiyorum”dur…Normalde hayıflanılır ve insan yine de burada kendini kandırma yolunu seçer…

Pseudo-banyo(a.k.a “Duş”) : İnsanların , “kısa banyo = duştur” söyleminden doğduğunu düşünüyorum bu terimin…İcra edilmesi oldukça kolaydır : saçlar yıkanır ve uzun uzun köpüklenilmez , böylece duş aldığımız sanılır…Aslında yanılgıdır , bana göre banyoya giren bireyin yaptığı her iki eylem de banyodur…Duş tanımını soracak olursanız , bununla ilgili çok bilgim olduğunu söyleyemem…Ama “pseudo-banyo”nun “duş” olduğu konusunda az çok eminim…

Pseudo-mantı : Bu tanıma uyabilecek örneklerden birisi olarak düşündüğüm önermedir…Aslında önerme de değildir ; bizzat , mantının “yalancı” olarak nitelendirildiği bir yemektir…Hamur yerine , makarna kullanılır...Hamurun içindeki et yoksunluğu ise , bir tavada pişirilen kıymayla giderilmeye çalışılır…Yoğurt, her iki yemekte de olmazsa olmaz bir ögedir…Yoğurt belki de "pseudo-mantı"yı gerçek mantı olarak hissetmemizi sağlayan en önemli şeydir…Belki de yanılıyorumdur…Bilemiyorum…

Pseudo-dinleme : Çok sık başvurduğumuz yöntemlerden birisidir bu…Karşıdaki insanı dinleyip de anlamadığımızda veya anlamak istemediğinizde bu yöntem elzemdir…Susarak dinleyenin , konuşana uygun ortam sağladığı söylenebilir…Böylece konuşan kişi , anlatmak istediğini tam anlattığını düşünür ve ona karşı çıkmadığınızı görerek , onun düşüncelerine onay verdiğinizi zannedebilir…Kandırılan , kandıran tarafından kandırılırken , kişi de kendi kendini kandırır aslında…

Pseudo-gülüş : Açıkçası benim sürekli yaptığım veya bunu yapmak zorunda kaldığım eylemdir(öyle hissediyorum)…İçten gülüşün tam tersi bir durumdur…Toplum içine çıkıldığında belli bir gülüş tonu belirlemişsinizdir ve bu monoton bir şekilde devam eder…Kahkaha atmak bir yana , içten gülüşe geçiş çabalarına bile izin vermez bu eylem...Kursağınızda kalır ve karşıdaki bunu hiçbir zaman bilemez…Çünkü o da aynı gülüşü kullandığının bilincindedir…

Pseudo-bakış : “Seni anlıyorum…” bakışıdır…Karşıdakinin gözlerinin içine doğru yapılırsa , inandırıcılık vasfı kazanabilir…Sanılanın aksine , inandırıcılığın ve anlayışın yolu gözün içine bakmaktan geçmez…Doğru sözü söyledikten sonra , uzaya baksan da fark etmez bana göre…Fakat bu, gözlerin içine bakma konusunun ayrı değerlendirilmesi gerekir…”Gözlerimin içine bak” cümlesi , çoğu zaman bir insanın yalan söyleyip söylemediğini anlamakta kullanılabiliyor…”Pseudo-bakış” ise bambaşka bir kavram diye düşünüyorum…

Pseudo-yaşamak : En basit anlamda , yaşadığını sanmaktır…Yaşama anlam yükleyip , yaşamı yaşanabilir kılan detayları sevdiğinizi zannetmektir…

Pseudo-yazar : Bu satırları yazan kişidir , kendisini bir şey zannetmemektedir öte yandan…

Elli

Et yiyemiyor insanımız…İnsanımız dedim çünkü , içinde bulunduğumuz topluluğun salt çoğunluğundan fazlasının bu eylemi gerçekleştirdiğini düşünmüyorum…
Aslında söylemek istediklerimin hepsini aynı anda dile getiremem ama , öncelikli olarak , bir insanın güzel bir şey yiyememesinin benim canımı çok sıktığını söylemem lazım…
Ne demek et yiyemiyor ? Et yiyememek başka bir şeylerin “zaten” habercisi mi ? Evet…
En temel duygulardan yoksun bir biçimde sürdürdüğümüz bu yaşamın neresini katlanılabilir ve çekici buluyorsunuz sorarım size…
Ama o et alamayan insan bu yaşamı , çekilebilir bellemiş yine de…Görmezden gelmek zorunda kalmış…
Ne acıdır : “ben emekliyim ve kırmızı et yemek benim ne haddime” cümlesini duymak…Bana çok hazin geliyor...O insan et yiyemiyor ve biz bunları izliyoruz…
Hangi birimiz de et yerken bunları düşünüyor bilmiyorum…

İçinde bulunduğumuz çağı örnek verip; bu devirde de hala böyle şeyler yaşanabiliyor mu demek aslında popülerliğini kaybetti…Çünkü anlamsızlaşmaya başladı…Bundan bir beş yıl öncesinde de , aynı cümleyi kullanıyorduk şimdi de kullanıyoruz , değişen hiçbir şey yok…
Bence değişmeyen ve sürekli iştigal içinde olduğumuz şeyler bile artık değişmeye başladı…
Demek istediğim şey , insanın onurunun ve vicdanının kaybolmaya yüz tuttuğu değil tam olarak…Demek istediğim bu tür duyguların “çoğu zaman” es geçildiği ve üstünün kapatıldığı(öyle olması gerekmesinin kanıksanması)…

Gelişen , kendini geliştiren , büyüyen , akıl muhakemesinin ilerlediğini zanneden , globalleştiğini ve atılım yaptığını sanan bir çok insan var…Bütün bu duygularla kendi içinde yoğrulurken , farkındalığının da azaldığının farkında değiller…Bu insanların en çok yediği şeylerin başında et gelmesi de,ilginç geliyor bana…
Kendimi , vicdanın sözcüsü olarak görmüyorum , bu vasfı yüklenmenin de çok zor bir şey olduğunu düşünüyorum…Kimi zaman benim de vicdana sığmayan davranışlarım oluyor…
Ama , insanı bıktıran şeylerin olması , bundan sıkılması , şüphesiz onun vicdanıyla alakalı şeyler…

Her şeyin doğru(!) olduğu bir ülkede , et fiyatlarının bu kadar çok olması aslında önemsenmeyecek kadar küçük bir şey(!)…Bütün bu doğruların(!) içerisinde , etin yeri kuşkusuz başları çekmeyecektir…Kuşbaşı otuz tl olmuş , pirzola elli tl olmuş , çoğu kimsenin umrunda olmaz…Ama sonuçta büyüyen ve gelişen bir ülkeyiz , bu tür şeylerin lafının edilmesi çok önemli değil(!)…

İnsanlık olarak-insanlığı geçelim- toplum olarak ; biz , galiba git gide , soyutlandığımız ,yemekten bile zevk almadığımız(alamadığımız) bir yapıya bürünüyoruz…İnsan temel ihtiyaçlarından zevk çıkarmayı bile beceremiyorsa , o zaman diğer şeylerden nasıl zevk çıkaracak ? Yani insan böyle giderse ,en nihayetinde , en basit duyguları bile layığıyla yaşamayı beceremeyecek…

İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır demişler…Kendim, et yemiyor muyum? Evet , “ne yazık ki” ekonomik sınıflara göre ayrıldığımız şu ülkede ,zaman zaman et yiyebilen bir insanım…Bunu yerken bile mütemadiyen cebini düşünen ve bundan zevk alamayan bir insanım…

Hal böyle olunca , kimileri de kalkıp , sen laf edemezsin diyebilir ama bu benim içimden gelen fikirlerin yansıması olduğu için , paylaşmayı son derece samimi buluyorum…
Bunları söylemenin sadece et yiyemeyenlerin işi olduğunu düşünmüyorum…
İleride herkes doğru düzgün et yiyebilir mi bilmiyorum ama , umarım bu yazıyı tekrar okuduğumda , durumlar çok daha farklı olur…
Günlerdir oturup duruyorum…İlk bakışta son derece gereksiz bulunması gereken eylemimi , düşünerek süsledim ben de…Düşündüğüm şey , neden yazmadığım ve artık bundan vazgeçmeli miyim sorusunu sormamdı…Cevap elbette ki “hayır”dı ki siz şuanda bu yazıyı okuyorsunuz…

İnsanın kendisiyle yüzleşme vaktini,uzun süre su yüzü görmedikten sonra zorla banyoya gitmeye benzetiyorum…Bütün sorun zaten suyla buluşana kadar…Gerisi kolay geliyor…Kendinizi eleştirdiğiniz ve “ben”liğiniz dışında ilk kez öbür tarafta olmayı yeğlediğiniz dakikalarda , buz gibi duş suyunun engin denizinde yüzüyorsunuz işte…
Hayatta korktuğum çok az şey vardır , ama kesinlikle “kendimle yüzleşmek” bunlardan birisi değildir…Hal böyle olunca , belli öneriler gündeme geliyor…Bunlardan en bilindik olanı : sahip olduğun benliğinin karşısına geçip ona hesap sormak ; yani : “kendinle yüzleş!” cümlesini hatırlamak oluyor…

Amacım aslına bakılırsa korkumla yüzleşmek de değil…Çünkü insanoğlunun korkusunun üzerine gitmektense , o korkuyla yaşayıp korkmasını daha mantıklı buluyorum…Adı üstüne “korku”…Korkutan bir şeyi sevimli hale getirebilir misiniz ? Hayır…Öyleyse insanlar da buna alışmaya yönelmeli…
Lanet insan ırkına ait olduğunuz için de dediklerime zerre önem vermediğinizi adım gibi biliyorum , o bakımdan sorun yok…

Her neyse ,bu içsel soruşturmam tamamlandığında , biraz daha bataklıktan çıkmış gibi hissettim…Dedim ya , duş aldıktan sonraki o rahatlık buna benzer…Biraz bencil bir yapım olduğu göz önüne alınırsa , tabii ki bu hesaplaşmanın sonuçlarını paylaşmayacağım …

Bir süre sonra yine o bataklığa nasıl batarım , bunun planlarını yapmıyorum…

İkinci bir konu olarak gelmek istediğim nokta : insanın kendisiyle barışık olup olamaması…Bu eğer başarılabiliyorsa güzel bir şeydir , yadırgamıyorum…Benim de inanmak istediğim şeylerden birisi bu insanın kendisiyle barışık olması…
Bunu kafamda değerlendirdim zaten ve yansıyan fikirler de buraya gelmekte zorlanmadı…Yani “uzun süre sonra” zorlanmadı demek daha doğru olur…

Bir paragraf sonra size biraz tüyo vermekte beis görmedim bu hesaplaşma konusuyla ilgili…Evet belki de en mantıklı çıkarım benimle ilgili saçma sapan bir insan olduğum gerçeğidir…Kendimi öyle görüyorum çokça eleştirilsem bile…Belki bu da benim kendimle barışık olma yöntemlerimden birisi olabilir…Her ne kadar kendime haksızlık yapıyormuşum gibi görünsem de beni ayakta tutan yegane şeylerden birisi böyle düşünmemdir…

Her ne kadar saçma sapan düşündüğüm ve bunu hayata geçirdiğim yazılardan birisi olsa da , zaman zaman kendimi hatırlamak için iyi bir seçenek oluşturuyor böyle yazılar…(bir diğeri için bkz. “Absurde”) Normalde bu tarz yazılar yazmam…

Bunun yanı sıra son olarak , yeni açacağım blogtan bahsedeyim…Garip bir blog olacak eminim kendimce bir garip tabiri biçtim...Zaman vermiyorum...







(Bitişi olmadan biten yazı…Ve başlığı da yok)

Dobro

Bana içtenlik bağışla…
Sahip olmadığını düşündüğün,
Ama aramadığın anda birdenbire bulmuş gibi…

Dehlizlerimde saklamaya çalıştığımı,
Çoktan bulduğunu ima edermiş gibi,

Sen kaydırdıkça,
Göz kapaklarının ardındakileri,
Gittikçe dalıyorum…

Sıradan olmalısın,
Öylesin diyorum,
Kendimi kandırıyorum…

Dağılan her bir parçamı,
Toplayamıyorum karşında,
Neyse ki henüz bilmiyorsun,
Ne kadar dağınık olduğumu…

Detaylar,
İçerisinde boğulduğum,
Çekip çıkarabileceğini,
Bilemediğim,
Bu deniz…
Daha ne kadar yakabilir
Bedenimi?

Kısacık ve ansızındı
O his,
Bağlayan
Bütün kanılarımı…

Ama olsun
Yine de,

Bilmemek ne hoş,
Adını…