RSS

Sandur


Bazen diye bir yazıya veya bir paragrafa başlanmaz ama bazen öyle anlar oluyor ki kendi nazarımda hiçbir şeyin anlamının kalmadığını hissediyorum veya zaten hiçbir şeyin anlamlı olmadığını.
Şimdi size ‘aslında dünyadaki birçok kavramı götümüzden uydurmuşuz ve koca evrendeki tüm bireyler olarak bunlara inanıyoruz’ desem, ben ve benim gibi çok az insan dışında buna kimse inanmayacaktır…Çok da sorun değil…Bazen dedim ya, bazen öyle anlar oluyor ki herkes gibi düşünmediğin, hiçbir şeyi sallamadığın veya “dur lan ben..bunun hiçbir anlamı yok” dediğin anlar seni ve bedenini artık her neyse ‘benliğini’ sarıyor…Size göre yazının gidişatından kötü bir anlam çıkarmak çok olasıdır…Kötü veya iyi birşeyden bahsetmiyorum…Tamamen bunları kendimizin uydurduğundan söz ediyorum yani iyi ve kötüyü…Aklımız bizimle oyun oynamayı sever…Çoğu zaman çelişkilerle dolu bir yaklaşıma sahip olduğum söylenebilir bunu ayrıca iki üç paragraf sonra konuşacağım.
İnsanoğlu, kendine -her ne bokumsa- anlam üretmeyi ona göre yaşamayı görev bilmiş, inanmak istemiş.İnanmaya odaklıyız, ‘insan,insan, inanmadan oLAmaz’ diyen insanlar tarafından inanmaya programlanmışız…Bunu ben demiyorum, benim buna inancım yok,sizin bana inancınızın olmadığı gibi…Ben, kendim sabahın 6.11’inde bu yazıyı yazarken neye inandığımı filan bilmiyorum.Ayrıca bu yazıyı bir şeye inandığım için de yazmıyorum, öyle olduğunu düşünüyorsanız sayfayı kapatabilirsiniz…
Bize birtakım şeyler öğretilmiş…Yani donanımlı olarak doğmuyoruz; robot değiliz ki…Kavramlar öğretilmiş…Bu iyidir, bu kötüdür, bu harikadır, bu tu kakadır…Sen de bunlara inanmışsın –bence- çaresizce…Kimilerine hiç uğramaz ama bana hem daha önce uğradı hem de çokça ziyaret ediyor : “anlamsızlığın ayırdı”
Tuhaf olmaya çalışmıyorum...Çoğu zaman kendime, kimi zaman da başkalarına söylediğim bir şey vardır : “beynimde öyle fikirler var ki ortaya çıkmayacak kadar tehlikeli…” İşte bunlar bana kalır eskeriyetle, zaten istesem de bunu anlatamam…
Bilinçsiz ve akılsız (ki öyle olduğumu düşünüyorum) olmadığım zamanlardan birinde bu yazıyı yazmak istedim ki sizinle iletişim kurduğumu sanabileyim…Yazılarda bir başka şeyi anlatırsın yakın geçmişte düşündüğün, şuanı yazmak deveye hendek atlatmakla eş değerdir…Bu sebeple aslında yapmaya çalıştığım da “an” biraz olsun kaçmadan bunları yazabilmek…Beş dakika sonra ne olacağını kimse bilemez…Aslında bilebilir ya, sinemada film izliyorsan beş dakika sonra başına göktaşı düşmez misal…
İnsan neden saçma birinin yazısını okusun değil mi? Nedeni konuyu sürekli anlamaya çalışmasıdır…Söylenmek istenen ne ise onu bilmek ister…Bilmeyin işte onu diyorum…
Çelişkinin doğduğu yer, kavramları uydurmuşuz ve bunlara inanıyoruz derken ve benim bunları yine belli kavramlar yoluyla size anlatmam…Şöyle bir bakıyorum, düşünüyorum (akıl var sanırım) birçok kavram var ortada…Soyut veya somut…Aşk,mantık,nefret,kapı,bilim…Aşkın tanımını filan yapmaya çalışıyorlar ya, sonra da ben işte aşığım diyorlar, dünyanın belki de en saçma şeylerinden birisi bu…Tamam aşk’a laf etmeyeyim çünkü eleştirilebilecek birden çok şey var…

Yaşam var -çok bilmesek de anlamını- onun bir de koçu var…Uçan martılar var, güvercinler; ama güvercinlerin balkonuna pislemesi çok kötü bir olay değil mi? Kabullenemiyorsun…Çünkü sana öyle öğretilmiş…Balkonun temiz değilse kirlidir diye kodlanmış…Bunu da senden daha aşağı bir varlık olduğunu düşündüğün bir kuş yapmış…”Çok yersen obez olursun” diye bir düşünce var, diğer bütün düşünceler gibi saçma olan…Kaygılanmamız istenen birçok konu var ve buna bağlı birçok kavram…Saymakla bitmez; ‘gelecek kaygısı’ , ‘yaşam düzeni’ , ‘yalnız kalamamak’ gibi bunlardan saymaya başlayabilirsiniz…İşte bütün bunları anlamlandıramadığım anlar bana çok oluyor…Umursamıyorum…Çünkü her zaman kendimi bu fikirler denizinde boğulurken görüyorum.Bırakıyorum kendimi derinlere…Bırakıyorum ki anlamsızlık nahoşluğuyla bedenimi sarsın...Dalıp gittiğimde ise sadece müzik olsun…