RSS

Yabancılaşma Hikayeleri



Bunlar birer hikaye değil aslında…Birden çok örneği var ; işte bunlardan beni sürükleyen bazıları : 

Başkasının evinde olmak : Bu durumu açıklamak için öncelikle kişinin kendine yönelmesi lazım…Çoğu zaman , evimde olmayı çokça düşünmüş birisi olarak(ne demekse o) , evde olmak nedir , evi özümsemek nasıl olur gibi sorgulamalarla yola çıkıyorum…Bir yatağının olması ki o yatak sana en yakın metadır -kimileri bunu hiç sorgulamaz-…Sana ait bir oda , sana has bir oda görüntüsü , başını her zaman koyduğun yastığın filan hiçbir zaman garipsemediğin şeyler…Ne zaman ki bir başka eve gidiyorum o zaman kendi yatağımın değerini anlıyorum…Elbette başka yerde uyuyamam edemem demiyorum fakat ; dışarda belli bir süre kalıp evine döndüğün zaman yatağına uzanıp serildiğin o ilk dakikalar başka hiçbir şeye değişilmez…Başkasının evinde bulunmak başlı başına bir 'yabancılaşma'…Ben çok garipsiyorum bir başka evde bulunmayı…Bir başka eve girdiğin andaki o evin kimyası , kokusu , salona veya bir başka odaya yöneldiğindeki o bilinmezlik , koltuğu anlamaya çalışmak filan garip…Garip bir serinlik kaplar genelde vücudumu başkasının evinde olunca…Aslında buna hiç tanımadığın bir ev demek daha doğru olur…Mutfağına gidersin o evin , bir başkasının çatalını kaşığını kullanırsın…Sevdiğin bardaklardan orada bulunmaz , buzdolabının yerini bilmezsin(bilmeli misin?) , tabaklar bile her şey yabancı gelir…Hiçbir zaman ısınabildiğimi sanmıyorum söz konusu evlere…Çünkü orada farklı bir yaşam var , yaşanmışlık var…Tuvaleti kullanmayı garip karşılarım , rahat olamam…Başka bir havlu , o evin aynasındaki kendimi gördüğüm andaki rahatlama hissi , işte bunlar bir garip hissettirir bana…Çıkıp geldiğinde tekrar kendi evine, odanı , salonunu kucaklarsın ve rahat olursun…Sanıyorum ki bir başkası için de senin evin onların aynı şekilde hissetmesine yol açıyordur…
Twitter veya Facebook’taki farklı insanlar : Bu da benim sürekli düşündüğüm , kafayı taktığım demeyelim de zihnimi çok meşgul eden bir durum…Neler neler var , ne tarz insanlar var diyorum…Dünya çok garip , yaşam çok garip diye hep diyorum ama bu tarz insanları görünce yabancılaşıyorum…İlginç profiller , o profillerin sahibi insanlar , belki de yukarıda bahsettiğim o bilinmeyen evlerde yaşayan insanlar…Değişik binlerce kitap okumuş , senin hiçbir zaman rastlamadığın filmleri izlemiş bu insanlar , sana kendini bir garip hissettirir…Kendimi bu konuda yabancılaşmış hissediyorum çünkü asosyal ve sıradan bir yaşam sürdürdüğüm için hala okunacak çok kitap , görülecek çok yer var ve bunlardan etkileneceğim çok şey varmış gibi hissediyorum…Bilmiyorum , kendime de yabancılaşmıyor değilim…O insanların yaşamını biraz olsun gördüğüm zaman , ben neyim ki acaba ben de mi dışardan böyle görülüyorum acaba diye soruyorum kendime…O insanlarla aynı şehirde , aynı dünyada yaşıyoruz birçoğu sokakta senle aynı caddede yürüyor ama sen onlara yabancısın onlar da sana yabancı…İçimde herhangi bir huzursuzluk yok fakat birinin farklı hobilerini görmek , dünyalarını hissetmeye çalışmak o denli yabancılaşmama yol açıyor…
İyi bir arkadaşının başka arkadaşlarıyla buluşmasına seni de çağırması : Bu yazı için verebileceğim son örnek de bu olsun belki ilerde halihazırda sayısız örneği bulunan bu yabancılaşma durumlarını yazmaya devam ederim…Bu durum çok garipÇok çok çok hem de…Yukarıdakiyle biraz ilintili olabilir şöyle ki bir tane sizin sevdiğiniz , iyi anlaştığınız arkadaşınız var bir de bu arkadaşınızın sizinle hiçbir alakası olmayan bir arkadaş grubu var…Burada ilk olarak kendi arkadaşımızı kıskanma gibi bir durum oluşmuyor sanırım…Sadece , arkadaşımızın bizden başka nasıl böyle arkadaşları olabilir gibi bir sorgulamaya gidiyoruz…En azından benim için öyle…Yabancılaşmaya başladığım nokta ise bu buluşmada senin o ortam içinde tanınmaman ve arkadaşının da senin onu tanıdığından farklı olması…Yani o, senin bildiğin arkadaşın, o kişi değil de başka birisi oluyor orada veya sana öyle geliyor…Konuya dahil olmak için hiçbir sözün ve düşüncen yokken bile sana yöneltilen sorularda sanki sen onların bildiği bir insanmışsın havası oluşturulmaya çalışılıyor arkadaşından dolayı…Tam tersi şekilde , ben kendimi biraz gergin biraz yabancı ve dediklerimin hiçbir anlamı yokmuş gibi hissediyorum…Çünkü asla kendi arkadaşınla olan muhabbetini diğer insanlarla yakalayamazsın sırf arkadaşının arkadaşları olsa bile...Bu sırada yanımızdaki o tanıdığımız arkadaşımızın da hiçbir fonksiyonu yok , o kendi halinden memnun ve yaşamına devam ediyor bense yabancılaşmaya…

Jvaleri



Gecenin koynunda , belki de gün ışığına birkaç saat kala gözlerimi diktiğim yerde , dikili kalmayı başarabilmiş birkaç ağacın kendini rüzgara teslim etmiş dalları var…Onlar hep oradalar…Gözlerimden kaçan yüzlercesi ise dökülen yapraklar…Sarı , metanetsiz , huşu içinde bir yerlere kaybolduğunu varsaydığım yapraklar…
Suyun üstüne henüz düşmüş ,kendini var olan akıntıya bırakan bir başka sarı, büyüyen huzmesiyle yaklaşıyor…
Yavaşça , süzülür gibi bir hızla gözbebeklerime doluyor…Matemin buğusuyla tekrar doğmuş , ıslak olmasını istediğim havayı beraberinde getiriyor, nedensizce…Vücudumun en ince katmanını defalarca sıyırmış , her geçişindeki ürpertiyi bir sonrakiyle pekiştiren , ıslak olmasını istediğim havayı getiriyor…Bu beni yanıltıyor…
Hissiz , gözkapaklarının ardındakiler sözsüz , flu bir tabloda yağlı boyanın getirisi muğlak kaşları ise aksine telaşsız , saçlarını sere serpe dökmekten kaçınmamış ,başını cama yaslasa yorgunluğuna hiçbir şekilde inanmayacağım bir kadın içinde…Gözlerini belki de saatlerce başka bir yöne çevirmemiş, gecenin durgunluğuyla yarışan bir çift gözle aslında hiçbir yere bakmak istemeyen bir tavrın sahibi, sahip olmadığı arabanın arka koltuğunda…Öyleyse neden gözlerini kapatmayı yeğlemiyor ve bunun bilinmesini istiyor , buna vereceği cevap herhalde ki “ana caddeden devam edelim” sıradanlığında olurdu…Sanki hep öyle olmuştu…Böyle bir cevap, yüzündeki derin ama çok eski olmayan çizgilerden kolayca ayırt edilebiliyordu…
Kim bilir o durağanlığın içinde , verdiği cevapların toplamıyla çok da yol alamamışken yarıda bırakmanın heyecanıyla yanıp tutuşurken , olmasını ancak hayal edebileceği yaşamında , gereksiz bir dala takılmış yaprak gibi akıntıda sürüklenmeyi bırakacaktı…Bu düşünceler kafasına dolduğu her anda , dudaklarını ümitsizce büktüğünü ve gözlerini kıstığını düşündüm…Doğrusu bu olmalıydı...Gecenin karanlığı beni yanıltıyordu…
Ovuşturduğu ellerine bakma gereksinimi duymuş gibi gözlerini öne düşürmesi beni yanıltmadı…Belli ki sorular soruyordu kendine…Çözülmesini istemediği düğümlerin üstüne istemsizce tekrar tekrar düğüm atıyordu…Her gün kendisi gibi eskiyen bir çift kendisi vardı belki de…Birbirine benzeyen iki insanı fakat ayrıksı bu iki insanı , gölgesi cama vursa bile görmek istemiyordu…Bundan dolayı saçlarının sağda olan kısmı biraz daha öne düşmüştü…Bir tutamı ise az önce büktüğü dudaklarında rahatlayan izlerin üstüne oturuyordu…Konuşacaklarını bakışlarına saklamayı alışkanlık edinmiş birisi değil , “çoğunlukla iyi olduklarında susan” kişilerden birisi olduğuna şüphe yoktu…Bundan emindim…
Belki de yaptıklarını özümsemek onun için bayağı , elle tutulur bir şey değildi artık…Elde tuttuklarının bir önemi var mıydı bilinmez…Sadece, kendini içinde bulduğu bu anlamsız girdabın sonsuz sorgulamaya yarayan sonsuz zamanı özümseyebilirdi…Bunu yapmaktan bir an olsun vazgeç(e)mediğini anlamak çok zamanımı almayacaktı…
Korku ve endişe yersizdi , çoğu zaman…O da bunu biliyordu elbette…Bu anlık salınımların , onu gün geçtikçe daha olgun yapıp yapmadığını düşünmek istemezdi herhalde…Çünkü zaten bildiğine emindim…Buna alışmak , yani zamanın geçmesi , bir an olsun saçlarını önüne düşürmemek , gözlerini uzağa değil de herhangi bir yere odaklamak istemezdi…Gerçekten istemezdi…Zaten kendisini bilmek yeteri kadar sıkıyordu
Gözlerini bir kez olsun istem dışı , dalgın bir şekilde kapattığı sırada , arabanın, arkasında yola bırakmış olduğu kırmızı ışıklara ve savrulan birkaç sarı yaprağa baktığımı fark ettim…Onlar hep oradalardı…

Syzygium



Kendimi bu dünyaya yamamışlar gibi hissediyorum…Hayata…Tekeri patlamaktan bıkmamış olan bisikletimi bisikletçiye götürüp, iç lastiğin leğendeki suda kabarcıklar bıraktığı anlardaki huzursuzluğumu anımsıyorum…Ne kadar çabalansa da eskisi gibi olmayacağı hissi vücudumda hasıl oluyor yeni bir bisiklet almayacağımı bildiğim için bırakıyorum , yine de onarılmaya çalışılsın…Sudaki kabarcıklar azalıyor , o lastik, kılıfına yerleştiriliyor ve vazgeçiyorumBen zaten sürekli su yüzündeyim
Bir şeyler eksik …Onları doldurmak benim görevim değil…Hiç olmadı…Yine de yer ediniyorum bu yaşamda , bir kol , belki bir ayakla , 'olabildiğince' bir vücutla…Düşüncelerimde boğuluyorum ve dikişlerle tutturulduğum hissini iliklerime kadar hissediyorum…Zor , evet…Seni ayakta tutan ve aynı zamanda yıkan şeye sahip olmak…KendineAcınası
Bir yapbozun –tamamlanmasına ramak kalmışken (belki de asırlar geçmiş)- bir yapbozun kayıp parçasıyım…Onca çabaya rağmen bulunamadım…Yerime koyacakları bir şey yok biliyorum…Lütfen koymayın zaten , bulmayın ki heyecanı kaçmasın…Siz bilmezsiniz…Ben istemezdim o boşluğu doldurmak…
Haksızlık etmek istemezdim kendime ama olmuyor…Sizin bildiğiniz gibi olmuyor kendine haksızlık etmek
Kayın ağacı altında güneşten kaçıp neşeyle dinlenirken siz , ben karanfiller kokluyorum…Sonra bırakıyorum onları gökyüzüne…Solar belki aynı güneşte ; ama tomurcukları bir gün yine çiçek açar en geniş bozkırlarda…Benim bilmediğim bir zamanda…Ruhumda…Mutlu eder
Tutuluyorum bazen…Asılı kalıyorum varlığın sonsuz salıncağında…Hiç işim değilken , en korkunç seviyede orada asılı kalıyorum…Acaba ben niye buradayım ?
En güzel en görkemli kendini beğenmişlik hikayelerinin ortasında durmaktan sıkılmış olmak bile kendini beğenmişlik sayılıyor bu defolu dünyada…Neden?










Oyunbozanlık etmiyorum hiçbir zaman…Fırsatım olsaydı bunun tam tersini yapardım, her günü en güzel lanetlerimle bezeyerekSizin bildiğiniz gibi olmuyor oyunbozanlık
'Bir darağacında ölü süsü verilmiş olmak' en büyük alışkanlığım…Çünkü son isteğim öyle görünmekti…Biliyorum ki yaptığım kendimle oyalanmak…Başka türlü ,bir gün son bulmuyor
Sonra ne mi oluyor ? Çoğu zaman bir boşluk…Boşluğu bir başka boşlukla kapatmaya çalışan insanların arasında debelendiğin bir boşluk…Layık olduğun en defolu parça üstüne seni yapıştırmışlar bilip bilmeden…

Telvesiz kahve olmaz ya , önce biraz fincanın dibine koyarsın tam olarak pişmemiş 'acını'…Sonra biraz daha katarsın…Kendine acırsın…Katıksız bir acı…Doldurursun ateş gibi sıvıyı üstüne…Bittiğinde yine sana dönersin  ve biraz durulursun…Çok uzak bir yere gitmemişsindir…Oradasın işte...Sonra ters döndürürler seni hapsolduğun yer içinde…
Uzun ,
Sessiz…
Acı…
Ölüyü oynarsın…
Keşke bilseler tadını…