RSS

Kırrevininverandasında

Damlalar…Dökülüyordu bardaktan boşanırcasına…Yağmuru çoğu kez tatmış olan evinin ahşap duvarları o kadar halsiz görünüyordu ki…Pencerenin pervazları yağmur damlaları onu birçok kez dövdüğünden olsa gerek , bir eziklik ve bir burukluk içindeydi…Ama o da halsizlik konusunda komşusu duvara rakip olabilirdi…
Riz , dışarıya öylece baktı…Sokağı , şehrin aslında çok yoğun bölgesine hemen yakın arka sokaklardan birisiydi…Yağmur buraya yağdığı zaman , seli andıran bir görüntü oluşuyordu ve çocukların oyuncaklarının bu sele karışıp gitmesi çok sık rastlanan bir şeydi…Riz için bu sıradan olmaktan çıkıp , onu daha çok hüzünlendiriyordu artık…Suların , çaresiz çocuklardan çekip aldığı oyuncaklar , yitip gidiyordu birbir…Aynı o’nun hayalleri gibi…Bir an için dalmıştı , yağmur damlalarını seyrederken…Başını cama yasladığını hayal meyal hatırlıyordu…Buhar oluşturdu camda , fakat bundan vazgeçmesi uzun sürmedi…Gözlerini sokaktaki kaostan salondaki maun masaya çevirdi…Nedendir bilinmez , gözlerini oraya çevirirken bütün bunlar yavaş çekim bir filmmiş gibi geldi ona…İlerlemek için hamle yaptı , fakat ayağının yerde sert bir cisme takıldığını hissetti…Bu kez dikkatini ona yoğunlaştırdı…Bir kibrit kutusu kadar olan bu nesne ona annesinden kalan değerli bir giysi tokasıydı…Bir davette bunu kullanmıştı , uzun süredir de arıyordu…Bunu bulduğuna o an için çok sevindi…Kederli haline dönmesi , onun masanın üzerindeki zarfa loş bir ışık yayan lambayı görmesiyle hızlandı…Merak ve endişe hakimdi bedenine sanki…Bu yüzden rahatlamak hissettiğini düşündü ve kendisine biraz viski koydu…Büyük salona sessizlik hakimdi…Sessizliği bozan tek şey dışarıdaki sert yağmurdu ; biraz daha hızlanmıştı sanki…Nihayet masaya yöneldi…Ayağının sağlamlığından çok emin olmadığı bir sandalyeyi çekti ,bardağını masanın bir köşesine koydu ve daha önceden açmış olduğu zarfı eline aldı…Kimden ve nereden geldiğini bilmiyordu…Normalde üstünde belirtilmesi gereken “gönderenin” ismi ve adresi postacı tarafından son anda kasten karalanmıştı belli ki…Bu durum Riz’i bir hayli meraklandırmıştı…Bununla birlikte artık sürprizleri kaldıramayan hassas bir bünyeye sahip olmuştu zamanla…İçinin rahatsız olması , bundandı belki de…Sıkılgan bir şekilde zihninde , geçmişte olup bitenleri gözden geçirdi…Bu mektubu ona kimin gönderebileceğini düşündü…Ailesiyle birlikte kalmıyordu…Onlarla bir ay gibi kısa bir süre önce görüşmüştü…Bulundukları şehirden çok daha sıcak bir yerde tatil geçiriyorlardı…Böyle gizli bir mektubu Riz’e yollamaları anlamsız olurdu…Bir sevgilisi olmuştu uzun zaman önce...Onunla bütün defterleri kapatmışlardı…Onu yeteri kadar tanıyordu…Onun kendisine mektup yazmayacak kadar yoğun bir adam olduğunu biliyordu…Hiç de yazmamıştı zaten…Riz'in sürpriz konusunda ağzı çok yanmamıştı…En azından bu durumdan hoşnut kalmayacak kadar çok şey yaşamamıştı…Fakat yine de bu durumdan bitkin düştüğünü düşünüyordu…Uzunca bir süredir dostlarıyla görüşmüyordu…Onlar da mektup yazan insanlar değillerdi…Riz’in posta kutusuna gelen şeyler arasında genelde mağaza ilanları ve pizzasını çok beğenmediği bir pizzacının reklamı vardı…Viskisinden bir yudum aldı…Kafası karışmıştı…Ne bekliyordu böyle gizli bir mektuptan ? Gerçekten bilmiyordu…Belki de gönderen istediğini elde etmişti…Onun kafasını karıştırmıştı…Riz viskisinden bir yudum daha aldı…Bütün bu düşüncelerle boğuşurken , hala zarftan mektubu çıkarmamıştı…Kararsızlık, onu hayatı boyunca bir ahtopot gibi saran bir kötü huydu…Bununla yaşamaya alışmıştı neyse ki…Şimdi yapması gereken o mektubu okuyup okumama arasında seçim yapmaktı…Ruh halinin buna uygun olup olmadığını kendisi de bilmiyordu…Ama mademki bunun başına oturmuştu , yapması gerekiyordu…Geri dönüşü olmadığını düşündü…Sert yağmur sesinin yerini şimdi sokaktaki sel benzeri suların yağmurun bittiğini haberdar eden o kaotik sesi almıştı…Bardağındaki viskiden son bir yudum aldı…Elini zarfın içine doğru götürdü…



Yavaşça çıkardığı parşömen kağıdını özenle masanın üstüne koydu…Ne yazdığına bakmak için yeltendi fakat birden beyninin yazılanı anlamayacak kadar yorgun olduğunu hissetti…Viski onu vurmuş olmalıydı…Ama bu onu kararından geri çevirecek kadar güçlü bir darbe değildi…Masanın üzerindeki lamba loş olan odanın tek parlatıcısı gibiydi…Hava kararmamıştı fakat sel etkisi yaratan yağmurun sahibi kara bulutlar da hala dağılmamış , havayı boğuyordu…Birden elektrikler kesildi…Bulunduğu yer her ne kadar şehir merkezine yakın olsa da elektrik konusunda çaresizdi…Riz’in artık umursamadığı elektrikler , tekrar gelmeyecekti bir süre…Çünkü her defasında bu ritüeli ezberlemişti…Masanın üzerindeki lambanın kapatma tuşuna bastı sanki elektrik varmış gibi…Gözlerini parşömene çevirdi fakat oda onun okumasına izin vermeyecek kadar loştu…Salonun köşesine doğru , ışığa doğru ilerledi…Yağmur durmuştu fakat camların üzerindeki buhar camı terk etmediği için Riz buna bir çözüm aradı…Pencereyi sonuna kadar açtı…Burnuna gelen o güzel yağmur sonrası koku onun bir an kendini cennette zannetmesine yol açtı…Onun bu havasını bozan şey dışarının soğuk havası oldu…Aniden bastıran rüzgar tenine işlemişti ve onu tekrar hayata döndürdü…Parşömen elindeydi…Çok şey yazılmışa benzemiyordu…Sadece tek bir cümle olduğuna emindi…Kağıdı dışarı doğru tuttu daha iyi görebilmek için…Eski bir el yazısına benzer bir yazıydı belli ki…Daha okumaya henüz başlamıştı ki kağıt rüzgardan etkilenip ikiye katlandı…Riz ilk kelimeyi okumayı başarabilmişti buna rağmen…”Dünün…” yazıyordu…Sol elinde tuttuğu kağıdı düzeltmek için sağ eliyle hamle yaptı…Her şey o anda oldu…Yağmurun başlamasından bitişine kadar olan sürede okumadığı bu kağıdı şimdi okuduğu için pişmanlık duyuyordu ki kağıt elinden kayıp gidiverdi…Kızgınlığını ifade etmek için sertçe pencerenin önündeki demirliklere vurdu...Kendini suçlamalıydı belki de…Sayısız kararsızlıktan , ender kararlar çıkarmıştı…Bu da onlardan birisiydi ve bunu da değerlendirememişti…O yazının ne anlama geldiğini merak etti…”Dünün…” diye başlıyordu cümle ve çok uzun değildi…Altında ne bir imza vardı ne de kimin yazdığına dair bir belirti…Kayıp gitmişti zaten , bunların artık bir önemi yoktu…Dışarıda kağıdı tutması için sesleneceği kimse yoktu…Yağmurun o sel etkisi yaratan suları yerini sokaktaki küçük bir dereye bırakmıştı…Parşömen havada taklalar attı , rüzgar onu arkasından itekledi ve suya ulaşmasını hızlandırdı…Parşömeninin açık kahverengi sulara karışmasını izledi...Çok uzaklarda birkaç küçük çocuk , oyuncaklarının derdine düşmüş görünüyordu…Riz onlara seslenmek istedi fakat bunu yapamadı…Çok yorgundu…Mektubu yollayan kişi ona tekrar aynı mektubu yazar mıydı ? Riz’in bu mektubu okuyamadığını öğrenseydi üzülür müydü ? Riz , üzülmüştü , sahiden…Pencereyi kapattı , yağmurun yıprattığı pervazlara baktı…Sonra yüzünü masaya döndü ; ama zarfa bakma düşüncesini kafasından attı…Daha önce çokça incelemişti zaten…Herhangi bir işaret yoktu…Yazılar karalanmıştı…Annesinin bir arkadaşının yazın onlara hediye ettiği , antika radyonun düğmelerine bastı, çalışır umuduyla…Belki yaşadığı az önceki talihsizliği giderir diye müzik dinlemek istedi…Sonra elektriklerin olmadığını hatırlaması , onu daha da hüzünlendirdi…Onunla bu loş odada , elektrikler kesildiğinde beraber yapılan aktivitelerden birisi olan “sessiz sinema” oyununu oynayabilecek bir arkadaşı bile yoktu yanında…Dünyada yalnız kalmayı başarabilen ender insanlardan olduğunu düşündü…Sakin olan yaşamı , iyice durağanlaşmıştı son günlerde…Loş oda , her şeye rağmen , sıcaktı…Koltuklardan babasının sıkça tercih ettiği tekli antika birine oturdu…Düşündü tekrar…”Dünün…” “Dünün…” ne ? Çok saçma dedi kendince…Saçma demesi , onun parşömeni kaybetmesinden dolayı bir teselli arayışıydı belki de ama yeterli değildi…Kaç saattir salonda oturuyordu…Elektrikler kesikti hala , kulağı seslere daha duyarlı olmuştu…Odasına doğru yöneldi…Farklı bir yer olması , onu biraz daha neşelendirirdi belki…Odanın kapısına gelmişti…Kapı kapalıydı bir an duraksadı…İçeriden tahtayı sıyıran bir ses gelmişti…Çok korktuğu bu sesin nedeni neydi ?


Kapıyı açmaya korktu ama tüm cesaretini toplayıp içeri girdiğinde odanın her zamanki halinde olduğunu anladı…Korkulacak ne olabilir ki diye düşündü…Kafası hızlı bir şekilde çalıştı…Yaptığı hareketler sanki onda bir slow-motion filmde oynuyormuş hissi uyandırdı…Deja-vu olduğu anlardan birisiydi…Hafif sarhoşlukla birleşince bu durum onun algılarını güçsüzleştirmişti…Bazen insanlarla konuştuğunda onlardan gelen bir soruyu ilk anda duyuyor olmasına rağmen anlamayıp , sonra bir iki dakika sonra cevabını verdiği birçok durum olmuştu…Sanki bu da öyleydi…Ses üst kattaki komşudan gelmişti…Çoğu zaman üst kattaki sesler Riz’i bunaltmıştı…Buna da alıştı zamanla…Elektriğin gelmemesi eskiden onu sinirlendirirdi ; fakat şimdi sessizlik olduğu için daha mutlu olduğunu düşünüyordu…Kendiyle baş başa kaldığı ender zamanlardı bunlar…Teknoloji ile de arasında çok sıkı bir bağ yoktu…Zamanını boşa harcamayı sevmeyen bir tavır içindeydi…Ama son zamanlarda çok değişmişti…Kendine sorduğu yine sordu cevap alabileceğine sanarak…Kim ona , onda bu denli karışıklık yaratacak bir mektup gönderebilirdi ki ? Bunun cevabını araması yersizdi…Çünkü mektup çoktan sularla birlikte adresi belli olmayan bir yere gitmişti…Yapacağı çok şey olmadığını anladığı her zaman kendisini yatakta bulması şaşırtıcı değildi…Çünkü bu tür durumlarda hislerini yoğunlaştırmak yerine bedenini rahat bırakıyordu ki rahatlasın…Uyumanın ne güzel bir şey olduğunu düşündü…Yağmurun sesi de gittikçe azalmıştı biten bir şarkının son üç dört saniyesi gibi…Uyandı…Yeni bir şarkı başlamadı uyanmasıyla birlikte…Elektriğin olmadığını anlaması uzun sürmedi…El yordamıyla yanıbaşındaki lambanın anahtarını buldu…Açtı ve kapattı…Emin olmadığını belirtmek istiyormuşçasına aynı şeyi tekrarladı…Kafasını tekrar yastığa attığında sadece bitkin olduğunu düşündü…Uyku da ona yaramadıysa ne yarayacaktı ? Biraz da sinirle ayağa kalktı ve mutfağa doğru yöneldi…Mutfağın küçüklüğü ilk anda bu evi alırlarken annesi tarafından çok eleştirilmişti…Ama nedense Riz annesiyle aynı fikirde değildi…Mutfak penceresi küçük sokağa bakan bir pencereydi…Riz dışarı baktığında kara bulutların hala yerli yerinde olduğunu gördü…Sessizce bekliyorlardı…Gözünü sokağa doğru çevirdi…Mutfak penceresinden apartmanın girişi birazcık görülebiliyordu…Aşağıda top oynayan çocukların ahengini bozan tek şey hafif uzun boylu bir adamdı…Adam topun ona doğru geldiğini gördü ve hızlıca toptan kaçtı…Adamın hareketleri kaldırımda normal yürüyen bir insandan bir hayli farklıydı…Akabinde apartmana doğru ilerledi ve uzun siyah takım elbisesinden bir zarf çıkardı…Zarfın üstünü Riz’in tükenmez olduğunu sandığı bir kalemle çizmeye başladı…Riz ilk başta ne olduğunu anlayamadı…Kafasında bir şimşek çaktı…Bu beynine gelen işaret hızla aşağı , akciğerlerinin sol orta kısmına doğru gitti…Adamın yüzünü seçemiyordu…Siyah takım elbiseli adam çok gizli bir iş yapıyormuş edasıyla hızlı hızlı ilerledi…Riz adamı köşe başında siyah bir nokta oluncaya kadar izledi…Sonra yapması gereken şeyin her şeyi bırakıp o adamın peşinden koşmak olduğunu düşündü…Ona hareket etmek hiç bu kadar zor ve ağır gelmemişti…Genel olarak sakinliği amaç edinmişti…Hızlı olaylar onda sadece sürprizlere yol açardı…Merdivenlerden indiğini bile anlamadı…Adımlarını çok hızlı atmaya gayret etti…Apartman kapısını açık buldu , şanslı olduğunu düşündü bir an…Yola adımını attığında birkaç çocuk onun önünde bağıra çağıra top oynuyordu…Riz köşe başına doğru koşturdu…Mektubu alıp bakmak aklına hiç gelmemişti…Bir karar vermeliydi…Karar vermek hayatında yapmak isteyeceği en son şeylerden birisiydi…Az önce bitkin olduğu konusunda kendisine haksızlık etmişti...Onu bu kadar telaşa sürükleyen şeyler de oluyordu demek ki…Köşe başına gelmeden biraz önce öylece durdu ve kendisine çekindiği soruyu sordu : “Geri dönüp mektuba bakmalı mıydı ? Yoksa bu mektubu bırakan ve şimdiden kayıplara karışmış olabilecek gizemli adamı takip mi etmeliydi ? Kafasını çalıştırıp mantıklı olanı seçmesi uzun sürmedi…Buna kendisi de hayret etti…Adımlarını buraya kadar hiç atmamış gibi , köşe başına gelirken attığı adımlardan daha hızlı bir şekilde gerisin geri koşturdu…Riz kendini bu halde daha önce hiç görmemişti…Tanıyamıyordu kendisini…Olanlara bir türlü anlam veremiyordu…Apartmanın girişindeki gümüşle yazılmış 3 numaralı posta kutusunun önünde soluklanmaya başladı…Anahtarı almış mıydı ? Büyük sorunun cevabı “evetti” …Hızla aşağı inerken bu küçük anahtarı almayı unutmamıştı…Anahtarı beceriksiz bir şekilde deliğe soktu ve demir kafesi açtı…İçinde mektup filan yoktu…Sanki beynindeki hücrelerin teker teker yandığını hissetti…Sürprizleri severdi ama bu onun kabul edemeyeceği kadar kötü bir sürprizdi…

Kendini kandırılmış hissetmekle beraber , tanımadığı bu kişiye çok öfkelenmişti…Paltolu bir adam geliyor , aynen ona gelen mektupta olduğu gibi mektubu karalıyor ve posta kutusuna koyar gibi yapıp , onu kandırıyor ve kayıplara karışıyor…Bu kadar gizemli olmaya çalışması Riz’in zaten alışık olmadığı durumunu daha da güç bir hale getiriyordu…Riz dünyada sanki sadece kendisi ve o adam varmış gibi hissetti…Yapayalnızdı…Güçlüklerle başa çıkmayı zor da olsa başaran bir kişiydi Riz…Fakat bu kadar esrarengiz bir olayla ilk kez karşılaşıyordu…Adamı yakalama girişimi de zaten başarısızlıkla sonuçlanmıştı…Bu kadar bilinmezlik , onun canını bir hayli sıkmıştı…Yeter dedi kendi kendine…Bu tür saçmalıklardan vazgeçip , hemen yatağına gidip uyuması gerektiğini düşündü…Apartmanın girişinde fazladan süre harcayarak , kendisini dumura uğratmıştı…Son zamanlarda , kararsızlığının ön plana çıkmasından memnun değildi ; üstüne üstlük kabul edemeyeceği derecede bir temponun içinde buluvermişti kendisini…Günleri sıradandı Riz’in , ama bu şuan için geçerli değildi…Ne yapacağını bilmiyordu…Kafasını yukarı kaldırdı , sanki bir yol göstericinin ona gelip yardım etmesini bekliyordu…Sonra ,el yordamıyla kapı eşinde duvara dokunarak ilerledi…Gözü yerdeki birkaç postaya ilişti…Yeni açılan mağazaların reklamlarının olduğu şeylere artık bakmıyordu…Annesinin çok ilgi duyduğu bu şeylere bazen Riz’de ortak oluyordu ; ama içeriğini çok da önemsemiyordu…Dikkatini toplamaya çalıştı…Apartmanda sessizlik hakimdi…Bazen iliklerine kadar işleyebilecek apartman arasındaki boşluğun soğukluğunu hissetti…Fakat onu biraz olsun ısındıracak şey , bir işaret olabilirdi…Tam o anda , onu heyecanlandıran , sıradan(!) bir kağıt parçası yerde duruyordu…Gereksiz postaların arasından , en önemlisi gözüne çarpmıştı…Ona ilk gelen mektubun aksine , sarı bir zarftı ve yine üstü karalanmış bir mektuptu…Biri onunla dalga mı geçiyordu , yoksa aynı film tekrar mı gösterime girmişti ?…Bu kez mektubu hemen açtı…O gün pencereden düşürdüğü mektubun devamını okuyacağından artık emindi…Elini zarfın içine attı ve tek kağıdı çıkardı…”Dünün size bıraktığı , yarının size armağan edebileceği tek şey bugündür…” Kısa cümle el yazısıyla düzgün bir şekilde yazılmıştı…Anlamak için çabalamadı Riz…Beklediği gibi yazı anlaşılması zor bir mesaj içeriyordu…Gözünü kağıdın altına doğru indirdi ve italik harflerle “R.S 20.30” yazısını gördü…”Dünün…” “yarının armağanı” “bugündür” kelimeleriyle bir cümle oluşturmadan kelimeleri kendine söyledi…R.S ne olabilirdi ? Gönderen kişinin adı olamazdı çünkü bu çok saçma diye düşündü Riz…Kendini bu denli saklayan kişi ismini verme gibi bir zahmete girmezdi…En mantıklısı buydu…Mantığına güvenirdi ama bu kez içgüdülerine güvenmesi gerektiğini hissetti…İçgüsü onu harekete geçirdi…Beyni ondan bağımsız , bacaklarına yürüme emri vermişti çoktan…Sanki kendisini bir robot gibi hissetti…Her şey kontrolü dışında ilerliyordu…Saatin kaç olduğundan da haberi yoktu…20.30 R.S’nin hemen yanında belirtildiğine göre , bu ancak bir buluşma yeri ve saati anlamına geliyordu…RS ile başlayan veya içinde RS harfleri geçen yerleri düşündü…RS adlı bir banka vardı…Orası mıydı ? Cevap kesinlikle hayırdı…” Rising Sun ! “dedi sesli düşünerek…Bir keresinde çok fena sarhoş olduğu kafeyi aklına getirdi…Düşündü ve kendine sorduğu soruyu , yanıtladı : denemeliyim…Ayakları onu gecenin karanlığıyla birleştirdi…Yürüme mesafesindeki dar caddelerden birisindeydi “RS”…Saatin kaç olduğunu düşünmedi bile…Sadece koşar adım oraya ulaşmaya çalıştı…Beyniyle kalbini bir arada idare edemiyodu sanki…İkisi de farklı yönlere gitmek istiyordu…Etrafındaki insan sayısı dar sokaklarda olmasına rağmen birden artmıştı…Kalp ritimleri hızlanmıştı…Rising Sun , çok da gösterişli olmayan biraz tepede ve yolun başında bulunan sakin bir kafeydi…İyice yaklaşmıştı oraya…Siyah paltolu , adını bilmediği , sadece içgüdüleriyle ulaşmak istediği birisinin peşinden gitmişti…Saat 20.30’a geliyor mu gelmiyor mu hala umursamıyordu…Yoldaki insanlara bakmadığını fark etti…Ama daha sonra etrafında siyah paltolu bir insan aramaya başladı…Aradığı kişi mi ona gelecekti yoksa Riz mi onu bulacaktı bu belirsizdi…Her şey netleşmeye başladı…Hem de hiç beklemediği bir anda…Siyah paltolu iki üç adam gördü…Bu onu heyecanlandırmaya yetti…Ama aradığı kişi bunlardan birisi olamazdı…Çünkü o kişi tek başına gelmişti…Caddenin yüksekçe olan kısmında , altından küçük bir nehir geçiyordu…Parke taşlarından olan kısa bir köprünün üzerindeydi Riz şimdi…Küçük köprünün demirliklerine yaslandı ve heyecanını gizlemek için nehiri seyrediyormuş gibi yaptı…Sonra bundan vazgeçip yüzünü caddeye çevirdi ve oturdu…Kafe az ilerideydi , fakat Riz duraklamıştı…Gidemiyordu…İnsanlarla birlikte , arabalar da yoğunlaşmıştı…Şanslıydı ki arabalar Riz’in kafenin önünü görmesini engellemiyordu…Riz endişeli bir şekilde etrafına bakındı , gözlerini kafenin önünden ayırmadı…Kafeye gitmek için bir hamle yapmamıştı hala…Bu hareketinin nedenini de bilmiyordu…İki üç araba , birbirleriyle yarışırcasına önünden geçtiler…Siyah paltolu bir adam , garip bir yürüyüşle yolun karşı tarafından ilerliyordu…Kafenin önünden geçti…Riz o anda donakaldı…Bu ona mektubu atan kişi olmalıydı…Başka seçenek yoktu…Ama bu kişi Riz’i fark etmemişti belli ki…Rising Sun tabelasının önünden hızla geçip saatine baktı…Kafasını hafifçe Riz’e doğru çevirdi…Yüzü seçilemiyordu ama artık Riz aradığı kişinin o kişi olduğundan emindi…Paltolu adam Riz’le tanışmak üzere geliyordu…Riz korkmuştu…Bir şeyler bu kadar normal ilerleyemezdi…Çok garip bir durumdu ama bu kadar da normal olamazdı …Mutlaka beni başka birisiyle karıştırıyor diye düşündü…Adamın belli olmayan suratı , sol tarafından gelen beyaz bir ışıkla aydınlandı…Yolun tam ortasındaydı şimdi…Riz çığlık attı…Bağırıyordu avazı çıktığı kadar…Arabanın ışığı , adamı saniyeler içinde ışıklar altında bırakacaktı…Belliydi…Hayal meyal o yüzü gördü Riz…Kendisi şimdi gerisin geri düşüyordu arkaya doğru…Görünmez bir el onu , aynı o gün rüzgarın mektubu savurduğu gibi Riz’i aşağıya doğru savurmuştu…Nehir onu çekiyordu aşağıya doğru adeta bir yaratık gibi…Girdabın içinde boğuluyordu…Uzaklaşıyordu…

Öksürdü…Boğazı kurumuştu…Yastığı ter içindeydi…Ne hissediyordu ? Yorgundu…Kalktı ve halsiz bir şekilde , salona gitti…Dün gece rüyasında parşömeni düşürdüğü pencereyi açtı…Tek hissettiği şey : temiz havaydı…


Demur

Köşe başından döndü…İlerliyordu hızlı denilebilecek adımlarla…Karşısındaki kadının yüzünü sadece anlık görmüştü…Sola adım attı…Kadın sağa adım attı…Sonra sağa adım attı…Kadın da buna karşılık sola adım attı…Ve sonra bu tekrarlanmadı…Sonra tanımadığı başka biriyle karşılaştı , bu kez emindi ama yine ayaklar emirlere uymadı…
İnsanın , bu ilginç eylemi hep ilgimi çekmiştir…Aslında bilerek yapılmadığı için eylem demek ne kadar doğru bilmiyorum ; öte yandan içgüdüsel bir şey olabileceğini de düşünmeden edemiyorum…Nedenini araştırdığınızda bunun, büyük olasılıkla cevabı bulunamayan gerçeklerden birisi olduğunu anlayacaksınız…Bununla birlikte bence bunun temelde yatan nedeni ; insanın kendisinin ve başkalarının “farkında” olamaması durumudur…
İlk olarak düşündüğüm şey herhalde insanın bencil doğası oldu bu konuyla ilgili…Çünkü doğuştan gelen birtakım özellikler bizi buna itiyor…Hep kendi istediğimizin olmasını dilemek , ileriki yaşlarda garip şekillerde kendisini gösteriyor demek ki…Hep kendi istediğimiz yöne adımımızı atıyoruz…Farkında değiliz başkalarının…Kendimizin farkında olduğumuzu düşünmek , bunu yeterli görmek çok büyük bir farkında olamama durumu değil mi?…Çünkü insan sosyal bir varlık…Adımlarımızı toplum içine atıyoruz…Adımlarımız bizi bir hedef varsa oraya taşıyor…Farkında olmadığımızda ise attığımız her adımı kara bir deliğe atmış gibi oluyoruz…
Adımlarla başlayan ve birbirine yol vermek isterken , yol veremeyen insanın yapısı diğer olaylarda da kendisini gösteriyor…Fark edemediğimiz en önemli şey belki de diğer insanların düşünceleri…Aklın akıldan üstün olduğunu söyleyen sözün , unutulduğunun , fark edilmediğinin belki de en önemli göstergesi , sağa adım attığımızda karşımızdaki insanın da sola adım atması…Vurgulanmak istenen şey , bu benim yolum , bu benim düşüncem ve asla bundan vazgeçmeyeceğim düşüncesi…Durum böyle olunca , her iki tarafın da mesajı alması sonucunda problem çözülüyor gibi görünüyor…Ama aslında eylemden çok verilen mesaj önemli sanırım burada…
İnsanın fark etmekle ilgili yanılgılarından birisi de büyük , önemli olduğunu zannettiği şeyleri fark etmesi ve diğer küçük şeylere ihtiyaç duymaması…Yine doğuştan gelen bencillikle doğru orantılı olarak , her zaman daha fazlasını istemek (bir kola reklamında olduğu gibi) her zaman daha fazla güce özlem duymak , onu fark etme yetisinden mahrum bırakıyor…Daha sonra bu huyu meleke haline geliyor…Aslında özlem duyulması gereken şey, küçük şeyleri daha çok fark etmek ve büyüğün de bunların bir toplamı olduğunu anlamak…Ama işte insan içgüdüsel midir olsa gerek ; bunu yapamıyor…Empoze etmek istediği şey , yine onun gibi düşünen insanların bunu 'fark etmesini' istemek…Evet , çok zor bir durum…
Fark etmenin yararları olduğunu bilmek kadar , fark etmemenin de zararlarını göz ardı etmemek önemli…Bu zararlar , bir sisteme göre bize geri dönüyor…Bu sistemin en can alıcı özelliği fark etmemekten kaynaklanan “unutmak”…Kendisini unutturmak…Evet , kim diyebilir ki fark etmediğimiz şeyler bizi hatırlıyor ? Fark etmediğimiz şeyleri , umursamıyoruz ve onlar da bizi unutuyor…Bu yüzden fark etmek ‘hatırlamakla’ , fark etmemek de ‘unutmakla’ birebirdir benim gözümde…Adımlarını kara bir deliğe atmakla , dünyaya atmak aynı şey mi ? Hayır…
Peki insanların hepsi mi aynı ? Elbette ki hayır…Peki adımlarını birbirine karıştırmamayı başarabilen veya bunun için çabalayan insanlar ? Bu insanlar belki nadiren görülebilir…Ama bu onların , az önce yukarıda dediğim özelliklerin hiçbirini taşımadığı anlamına gelmez…Belki bu duruma karşı bağışıklık kazanmaya çalıştığı için bir nebze diğer insanlardan farklıdırlar…
İnsanlar , yaşamları boyunca adımlarını hesaplamıyor ama hep böyle yaptığını zannediyor…Bu yanılgıyı “fark edemediklerinde” ise adımlarını hep birbirleriyle aynı yönlere atıyorlar…