RSS

Hep...

Hep yaşıyoruz...Hepimiz yaşıyoruz...Sorgulamadan geçmeyen her bir dakikayı tüketiyoruz dört duvar içinde...O dört duvar ki bizi bize hapseden...
Düşüncelerim duvarlara çarpıyor onları yıkıyor sonra duvarlar tekrar oluşuyor...Düşüncelerimi elimden kayarcasına kaybediyorum ve tekrar onları üretiyorum...Mitoz bölünen her düşünce beynimi kısırlaştırıyor...Kendi kendimi alıkoyuyorum...Duvarlar tekrar çıkıyor...Kendimi alıkoyamıyorum...Tanıdık her bir düşünceyi sarıyor, kollarını açıyor ve içten bir karşılamayla onları kucaklıyor...Ve yine her zaman yaptığı gibi onları çehresinden uzaklaştırıyor...

Ben , evet buradayım...Sahip olduğum her düşüncenin buhara dönüşmesi için çabalıyorum...O duvarlardan sakınmayı düşlüyorum onları ama nafile...Sonra düşüncelerin esiri olmak işten bile değil...Gerçi alıştım buna ama kurtulmak için de çaba gösterdiğim bir gerçek...İsteyen başarır mıymış başaramaz mıymış bunu görmek için çabalıyorum...Amma velakin...Duvarlar daha baskın...Duvarlar daha keskin...Ve duvarlar yine katı...
Vazgeçiyorum sonra her bir vazgeçişim gibi...Yapmayım diyorum yapamıyorum...Düşünme eylemini sündürmeyi deniyorum...Çıkar yol bu galiba...

Sonra düşlüyorum...Acaba bu düşüncelerimi kimler anlıyor ? Algılayıp cevap verecek kıvama gelenler kim ? Veya bu düşünceleri anlayıp , cevaplamaktan -o sormadığım soruyu- imtina eden ?
Hiçbiri mi yok? Ama hayır ! Olmalı !...Beni benden başka anlayan en azından bir başka ben olmalı...

Bunun için çabalıyorum ya...
Deliler gibi ona sorduğum , manyaklar gibi onunla boğuşup durduğum bir kişi olmalı...Orada cevaplamayan , kıs kıs gülen , sevinen belki de...Olmalı...Hep vardı da bir ben mi bilmiyorum...Ben... Gerçekten bilmiyorum işte onun kim olduğunu...

Düşüncelerimden akan ve yazıya dönüşen şeyler gerçekten birer paçavra mı ? Hiçbir zaman bulunamayacak bir tüpün içinde seyahat eden...Bir kağıt parçasından mı ibaret açık okyanusta ? Ne olduğunu cidden bilmiyorum çünkü cevap gelmedi bugüne kadar...
Birer işe yaramaz , ahmak düşüncelerim beni bir adım öteye daha götürmedi...Sürükledi sadece...Akıntıda öylesine gittim...Kimi zaman dallar çıktı ve beni akıntıdan geçici bir süre korudu...Ama sular gelmeye devam etti...Bir dahi yola koyuldum...Geri dönmemecesine...

Evet , saçmalıklar devam eder...Ben istediğim sürece de devam edecek...
Ama sizce de ilginç değil mi ?
Dört duvarı aşamayan düşüncelerimi , A4 kağıdına yazıp yine dört kenarlı bir monitörden sizin bunları okumanız...?

Mars'tan Mektuplar Vol II

’Dünya malı dünyada kalır’ diye bir söz var...Cidden kalsın dünyanın malı kendisinde...Bizim işimiz olmaz yani...Gariptir , kebap filan gönderme imkanları varsa göndersinler bize ,tadını çok sevdik...

’Dünyada olmaz , mümkünatı yok’ diyorlarsa ; o, onların bileceği iş...Dünyada olmazsa Mars’ta olacağı anlamına da gelmez bu...Bizim de çok umrumuzda değil hani...Ama nedense ‘düünnyaaaa da olmaz’ kullanımı çok yaygın...

“Geçenlerde dünyalı bir alet olan telefonla ilginç bir deneyim yaşadım...Tek başıma yaptığım için biraz bencillik içeriyor olabilir ama sizin de denemenizi tavsiye etmem...Manyaklıkla salaklık arasında gidip gelen bu eylemi icra etmek çok zor olmadı...Vakit ayırıp , telefon listenizdeki bütün kızlara “Seni Seviyorum” diye mesaj çekiyorsunuz...

“Dünyalı bir arkadaşın şarkısı var...Sözlerinin bir yerinde’Kıskanırım seni ben , kıskanırım kalbimden’ diyor...Bu nasıl bir kıskançlıktır ki kendi kalbinden kıskanıyor veya ben,bu şarkı sözünü her defasında yanlış anlıyorum...Olabilir mi böyle bir kıskançlık kaidesi...Hadisesi bile bazen can sıkıcıyken,şarkı olarak bunu yapmak dünyalılara has bir eylem olsa gerek...

“Eğer dünyanın herhangi bir yerinde dolmuşta giderken dolmuşçu tarafından müzik konusunda saldırı altında tutuluyorsanız ,yandınız!...Özellikle oyun havaları açıyorsa , bütün beyin hücreleriniz sapıtıyor ,o güne kadar bütün bildikleriniz ve yaşam gücünüz elinizden alınıyor...O an içinde kişiliğiniz , benliğiniz ve karakteriniz ortadan kalkıyor ve o müzik bütün varlığınızı zaptetmiş oluyor...

“Dünya küçük mü büyük mü tartışmasını siz yapadurun bizim için fark etmiyor bu durum...Sizden küçüğüz ama hayallerimiz sizinki kadar küçük değil...Zaten öyle olmasını siz de beklemiyorsunuz...Değil mi ?

“Bizim gezegenimizde yürüyen bir adam vardı...Dünyalılar fotoğrafla belgelediler...O bizim bir tanıdık,arasıra öyle yürüyüşlere çıkar canı sıkılınca...Hep aynı yer sıktı tabii ki...Arasıra yeryüzüne çıkarız böyle ama genelde krallar gibi yeraltı mağaralarımızda yaşıyoruz...Anlatmayacağım tabii ki nasıl yaşadığımızı bu bizde kalması gereken bir konu..

’Durdurun dünyayı başım dönüyor’ veya ‘durdurun dünyayı inecek var’ diyebilen insanlar varmış dünyada bunu öğrendik...Eğer gezegeninizi durdurabiliyorsanız bize de öğretin...Ne manyakmışsınız arkadaş...

’Sen bir yana , dünya bir yana” diyorlar...Sanırım ben yaşadığım gezegendeki aşık olduğum kişiyi ;dolayısıyla ,onu da kapsayan gezegenini saf dışı edemezdim...Ha diyorsanız ki :’Ay’a gideriz aşkımızı orda yaşarız’ o zaman diyecek sözümüz olmaz...

“Kader , felek , şans , talih vs." bu gibi şeyler Mars’ta pek yok...Öğreten olursa memnun kalabiliriz...

“Dünyanın bir ucu deyip , çok uzak bir yeri anlatıyor insanlar...Mars’tan dünyanın çok da uçsuz bucaksız bir yer olmadığını söylememiz lazım veya biz mi öyle zannediyoruz...Misafirliğe çağırırsanız tabii ki oturur konuşuruz...

“Atmosferiniz var diye sanırım biraz hava atıyorsunuz bize...Bulutlar , yağış , nem , rüzgar deyip ego patlaması yapıyorsunuz...Biz ise alıştık sürekli rüzgarlara ve savrulmalara...

Baby First

"Horoz" neydi ? Neyin nesiydi ? İnsansı bir yaratık mıydı yoksa hayvan adını verdiklerinden birisi miydi ? Öncelikle horozun ne olduğunu anlamaya çalıştım...Sanırım iki ayağı olan , bir kuyruğu ve bir ibiği bulunan bir hayvandı...
Çizilmiş şekil bunu anlatıyordu en azından bana...Sonra birden renkli çubuklar kadraja girdi...Sahi benim de vardı renkli küçük çubuklarım...Onlarla bir horoz şeklinin tamamlanmasını izledim...Sonra aynı horoz imajının üstüne çeşitli renklerdeki tüyler geldi ve renkli bir horoz olmuştu tekrardan...En sonda karton kesip aynı horozu tekrar tamamladık...

Geometrik şekiller sanırım bunlar : "üçgen" , "kare" , "dikdörtgen" ve "çember" ve bunun içinde zıplayan toplar jimnastik saatimin başladığının habercisiydi...Üç tane bizden yaşça büyük kişiyle oyun arkadaşlarımı gördüm...Sanırım bize çeşitli hareketler gösterip onları yapmamızı isteyeceklerdi veya bu hareketleri onlar bize yaptıracaklardı...İkinci seçenek formata daha uygundu...Kollarımız ve ayaklarımız birer kukla gibi hareket ettiriliyordu...Amuda bile kalktık yardımla da olsa...Bundan manyakça bir zevk aldık ve bu da gülmemize neden oldu...Anlamsızca bir gülüş...

Geçen saatlerden birinde horozun bir hayvan olduğunu , şekillerle birlikte de benim bunu iyice anladığımı söylemem lazım...Şimdi ise yine düşünemeyenler tayfasıyla yeni bir oyun başlıyordu...Tüylü dostlarımız yanımıza gelmişti...Bir altımızdan bir üstümüzden geçip duruyorlardı...Bu hoş dakikalarda yalnız değildim...Akranım arkadaşlarım da vardı...En çok da kediyi sevmiştim...Kedi var da köpek olmaz mıydı ? Tabii ki köpeklerle de oynadık...

Sonra kanalın çiçekli logosu geldi...Biraz altında “Produced by Baby First” filan yazıyordu...Tabii ki anlamadım ne yazdığını çok da umursamadım..."Ama çiçek olmak için daha çok erken değil miydi ?" diye düşünürken reklam bitti...Şanslıydım...

Benim en sevdiğim masallardan birisi başlıyordu : Oyun arkadaşı arayan prens! Hikaye başladı merakla ve büyük bir ilgiyle izlemeye başladım...Küçük prens Donald , şato içinde çok sıkılmıştı...Onunla oynayacak kimse yoktu...O da dışarı çıkmaya karar verdi...Etrafında kimsecikler yoktu...Bir an için üzüldü...Şatodan uzaklaştıkça mısır koçanlarına yaklaştı...Evet bunların arasında debelenirse , kendine bir oyun üretebilirdi...Heyecan doruktaydı...Donald mısır koçanları arasında koşuşturmaya başladı...Bu oyunu çok sevmişti...Bu arada birden şiddetli bir yağmur bastırmıştı...Küçük su birikintilerinin içinde oynamaya başladı ; bu çok eğlenceliydi...Sonra şatoya dönmeye karar verdi...Ama orada ne görsün ? İki tane oyun arkadaşı...Bu kişiler bir başka prens ve prenses olduklarını iddia ediyorlardı...Ardından kraliçe geldi...Kraliçe bu insanların Donald’a yalan söyleyip söylemediklerini kontrol etmek istedi...Gece olduğunda üçünün de yatağının altına birer bezelye tanesi koydu...Gerçek prens ve prensesler rahat uyuyamayıp bu bezelye tanesinin verdiği rahatsızlığı hissederlerdi...Sabah kraliçe önce Donald’a sordu : “Rahat uyuyabildin mi?” Donald cevapladı : “Hayır,sanki yatağımın altında birşey vardı"...Kraliçe emin olmak için diğerlerine de sordu...Onlar da aynı cevabı verdiler...Böylece kraliçe onların gerçek prens ve prenses olduğunu anladı...Donald ile beraber prens ve prenses şatonun bahçesine çıktılar...Yağmur devam ediyordu...Sonsuza dek su birinkintisinde oynadılar ve eğlenceleri hiç bitmedi...

Çiçekli logo tekrar gelmişti...Ne olduğunu bilmesem de artık alışmıştım “Produced by Baby First“ yazısına...
Renkli dünyam hızla genişliyordu...Taşın üstünden atlayan arkadaşlarımı gördüm ve iki tane de büyük balon vardı...Sanırım onlara binip oynayacaklardı...Umrumda olmadı...
Sonra pastel boya programı başladı...Çok eğlenceliydi...Akvaryumu beraber maviye boyadık ve balığı da turuncuya boyadık...
En sonunda "Tavşancık Harry" başladığında televizyonu kapatmam gerektiğini anladım...

Mantığı geliştirdiği söylenen bu kanalda mantığım cidden gelişmişti , bende tükenen ve artık olmayan o şeyi tekrardan kazanmak için çabalıyordum...

Mars'tan Mektuplar Vol I

“Geçenlerde dünyalılardan birisi bana, “bu kadar düşünme yahu kafanı yorma” demişti...'Kafa yormama' eyleminin yazılırken kafa yormayla aynı olduğunu anımsadım...Düşünme deyince beyin otomatik olarak “düşünmemeyi” düşünüyor...Sonuçta düşünmemek diye birşeyin varlığı yalan oluyor...Mecbur kafa yormuş ve düşünmüş oluyorum...

“Duşta duş alırken aynı zamanda müziğin sesini de sonuna kadar açan bir kız tanımıştım da...Sadece tanıdım...

Balık Ayhan gerçekten balık olsaydı sanırım balina olabilirdi...Zorlasa kalkan balığı da olur ama 'Balkan' balığına daha yakın bir imaj çiziyor...

“Dünyalıların bir adeti vardı...Misafirliğe gitmek ve misafir ağırlamak...Sanırım bugünlerde hiç yapmıyorlar...Bireyselliğe doğru gidiyorlar dur bakalım...Hayırlısı...

“Asal sayılar olduğu gibi bir de soygazlar var...Bütün maddelerin soygazlara özenip onlar gibi olmaya çalışmasını hiç doğal karşılamadım , karşılamayacağım da...

“Dünyada sıkça karşılaştığım AVM tablolarından birisi de sanırım sahte meyve ve sebzedir...Öyle bir stand var...Kendi kendime dedim ki :’ne güzel yapmışlar, aynı gerçek gibi’...Sonradan bu şeylerin sabun olduğunu öğrenince , toz olasım geldi o mekandan...Gerçi ışınlanıyorum ben...

Dünyevi diye dünyalı bir söz var...Yaşanılan her şeyin dünyada olup bittiğini vurgular gibi...
Bir de uhrevi var onun zıttı...O daha çok hoşuma gider...Daha sıcak ve yakın gelir nedense...

“Bazen söyleniyorum , uyuyorum , uyanıyorum , yemek yiyorum ve tekrar uyuyorum diye...Neden? diye soruyorum...Cevabı olmayan bir soru daha sormuş oluyorum kendi kendime...

“İşkembe çorbası veya işkembe adında bir yemek var...Kokoreç de seven bir uzaylıyım fakat Mars’ta bile işkembeyi deneyeceğimi düşünmüyorum...Dünyada da tadına neredeyse hiç bakmadım...İsmi antipatik gelir belki de o yüzden biraz...

“Ömer Faruk Tekbilek , uzayda yok ama...Evet var aslında kütlesi yok mu...Öyleyse var...

“Bir de dünyalılar , bize kaset filan göndermeyi denediler çok önce...Hiç sevmedik bu örnekleri ben söyleyim...'Mustafa Topaloğlu' adında da bir garaip dünyalı var ki kendini bizim ırktan zannediyor...Aslında özgün bir adam olduğu için onu kutlamanız lazım...

“Dünya sanırım , adaletsizliğin , beş para etmezliğin , soygunların ve ahlaksızlığın çokça bulunduğu bir yer...İyi huylar da var dünyada fakat , kötülüğün gittikçe daha çok kazandığını görüyorum...Yine de dünya yaşanılası bir yer deyip kendini kandırabilenler var ilginç...

“'To be continued' sözünü eskiden hiç anlamazdım...Pesivvv yapıyı görünce bu durum değişti tabii ki...