Merdivenlerden iniyorum...Denilenin aksine merdivenlerden 'aşağı' değil de 'yukarı inmeyi' düşünerek , iniyorum... Yağmurun tabanlarına nüfuz etmesiyle birlikte, ayakkabılarımdan çıkan , “cıvıçci cıvçi” sesi ortalığı inletiyor...Garip bir şekilde bu bende bir tedirginlik hissi oluşturuyor...Fakat bu sesin daha da güçlenmesini engelleyen şeyin varlığı içimi rahatlatıyor : merdivenlerin kuruluğu...Biraz sonra yerin biraz altındaki iki adet hafif raylının gidip geldiği ortama ulaşıyorum...Aslında bunların gidip gelmesi sürekli olmuyor ; zira son durak olarak belirlenen ismin yanındaki belirtilen rakamlar hafif raylının kaç dakika içinde geleceğini söylüyor...Bazen gözüm mü beni yanıltıyor , aklım mı bana oyun yapıyor diye sürekli düşündüğüm “7” rakamı-esasen dakikayı temsil ediyor-beni düşünmeye sevk ediyor...Yedinin içimde bir “ooha” hissi uyandırması , ikinci bir “oha”ya yol açıyor ki bunu sadece kendim umursadığım için , diğer bekleyen insanların bu durumdan hoşnut olduğunu varsayıyorum...Fakat yedi rakamı bazen birden bire dörde üçe düşüyor ki bu da biraz olsun “oooha” hissimi azaltıyor...
Rayının mı hafif olduğu yoksa o rayın üzerinde giden trenin mi hafif olduğu konusunda hiçbir zaman yargıya varamadığım , "hafif raylı" , arkasında inek bulunan güya pastoral bir tablo üzerine yazılmış “tren geliyoooor” sponsorluğunda durağa varıyor...Çizgilere basmadan yürümeye çalışan bir insan olarak,trenin kapısının açılacağı yerin tam önünde durma isteğimi de engelleyemiyorum çoğu zaman...Bunun için ya içgüdülerim bana yardım ediyor ya da kendisine genelde inanmadığım şansım yardım ediyor...'İçeride karanlıkta bırakılmış ve çıktıklarında kafayı yiyecekmiş gibi hissettiğim koyun sürüsü' gibi bir yığın insan , kapıların açılmasını sabırsızlıkla bekliyor...Kapılar açıldığında ise hafif raylı sanırım biraz daha hafifliyor , ama içeride hoş bir dinginlik yerine , savaştan yeni çıkmış, talan edilmiş bir arazi görüntüsü beliriveriyor...Bütün bu hengâmenin sadece iki durak süreceğini bildiğimden durumu önemsemiyorum...

Bir yere hayat vermekten ziyade ; o yerin hayat enerjisini emen türden bir sesin sahibi ilerleyen dakikalarda ortaya çıkıyor...Durakların anonsunu yapan ,sesi bazen gelen bazen gelmeyen ,kendisinin ergen olmadığını düşündüğüm ama sesinin kesinlikle ergen bir kıza ait olduğuna inandığım ,bu kızın yaşadığı dramı çok iyi anladığımı düşünüyorum...Sürekli duyduğum bu kanıksanmış sesin sahibiyle diyalog kurma imkanım olmadığı için zaman zaman içimden şu monoloğu gerçekleştiriyorum :
“Sen ! Ergen sesli kız...Biliyorum yaptığın iş hiçbir zaman seni tatmin etmiyordur...Zaten bu iş için nasıl ve niçin seçildiğini kendin bile bilmediğin bir süreçten geçmişsindir eminim...Doğru ya kimse kendi mesleğini yapmıyor bugünlerde...Sen de haklısın...Durakları söylerken hangi psikoloji içinde olduğunu bilemiyorum gerçekten...Neden isyan ediyorsun ki ? Anlamıyorum...Nasıl olsa daha sonradan 'umursanmayacağını' bildiğin için mi ? Gerginsin gibi geliyor bana her bir durağın ismini söylerken....İlk durakta trene binildiğinde ,son durak ile ilgili yapacağın anons, daha önceden bir başkasına sorularak öğrenilebiliyor zaten...Gerçekten yalnızsın,önemsenmiyorsun...Sesin de kesiliyor zaman zaman , seni duyan yok,oraya hapsolmuşsun hakikaten haberin bile yok...”
İçinde bulunulan yerin nahoşluğunun timsali olarak ergen sesli kızın yaşadığı bu dram, diğer insanlar tarafından çok da önemsenmiyor diye düşünüyorum...İnsanlara göre “o” sadece,ses kutusundaki bir sesten ibaret...Herkes kendi halinde ve iş güç sahibi(!) zaten...Kendi ineceğim durağa geldiğimde , onun o “bed” sesini açılan kapının ardında bırakıyorum...Dönüp de kızmak istiyorum bazen o sesin sahibine neden böylesin diye ama uzaklaşmayı yeğliyorum...Yürüdüğü iddia edilen merdivenlerden 'aşağı çıkıyorum' ve kartlarla kavga etmeyen sıradan bir turnikeden geçip,yoluma devam ediyorum...