RSS

Sempatik Değilim...

Her yaz insanların onlar istemese de beyinlerine işleyen yazlık parçalar oluyor…Yerli veya yabancı fark etmiyor bu…Bir şekilde yaklaşık ‘onbin’ kez dinletildikten sonra o parçayı sevmeseniz bile aklınıza kazınıyor…Buraya kadar ‘normal’ diyebilirsiniz ; ‘her sene böyle oluyor ama sallamıyoruz’…Burada önemli olan şey bunun nasıl başarıldığı…Öncelikle (yabancı parçalar için söyleyim) 'X' şarkıcımız bir parça yapıyor , düet olursa böyle daha havalı oluyor ismi söylenirken…Ardından bu parça bütün müzik kanallarında ve radyolarda çalınıyor…İlk başta “bu ne lan böyle , çok saçma bir şarkı” dediğin bir an oluyor ; fakat daha sonra şarkı her çıktığında saçma demeye başlıyorsun ve 'kontrol edilme' evresi bu şekilde başlıyor…O parça ne kadar kötüyse o kadar çok çalınıyor müzik kanallarında…Ardından bir sonraki evrede “ooooy oooy oyy Dannzaaaa kudurooooo” diye kendini böyle bir aptal sırıtışla kaptırmış bulunuyorsun…Cidden saçmalık ve anlamıyorum…Yerli örneği için : “Elimle açtım”

Zevkler ve renkler tartışılmaz diye bir söz var…Ben bunu bazen hiç sevmiyorum…Tartışılabilir olduğunda zevk alıyorum bu durumdan ve kendi sevdiğim şeyi savunmaktan ve öbür şeyi itin götüne sokmaktan haz alıyorum…Evet bazı durumlarda karşındaki bunu sana yaptığı zaman hoş olmuyor ama yine de bazen zevkler ve renklerin tartışılması gerektiğine inanıyorum…Bu durum,zevkini ve rengini eleştirdiğin insanı deli edebiliyor bazen…Ben farkında olmuyorum…Evet ukalayım biraz…

Bizim medyada , kendini çok önemli bir kişiymiş gibi göstermek için çeşitli şeyler yapan ,söyleyen ama içten içe kendi lümpen konumlarını gizlemeye çalışan birçok insan var…Gizlemeye çalışarak aslında kendilerini daha çok belli ediyorlar ve samimiyetsiz bir durum ortaya çıkıyor…Ne zaman kendisini inanılmaz sanat aşığı,son derece modern ve küfretmeyen biri olarak göstermek isteyen oyuncu,sinemacı,yazar görsem “Recep İvedik çok küfürlü , hiç güzel değil,çok saçma” yorumunu yapıyorlar…İzledikleri halde yapıyorlar bu yorumu…Artık herkesin, çevredeki insanların bile güya bir 'sosyal statü atlama rampası' olarak Recep İvedik’i kullanması çok popüler…Herkes film konusunda uzman olduğu için,hangi filmin kaliteli olduğunu çok iyi biliyor(!) zaten...Böyle kendi zevkini oluşturamamış,başka şeyler üzerinden bir rant sağlamaya çalışan insanların yaptıklarını çok ucuz buluyorum ve sevmiyorum…

Bazı dizi ve film sahnelerinde anlamadığım ve ne için çekildiğini sürekli merak ettiğim “arabadan inerken kapının açılıp topuklu ayakkabı veya erkek ayakkabısının görünmesi” sahnesi var…Kadraj aşağıda belli bir süre kalıyor ve kadın ayağının ne kadar şuursuzca zemine bastığını izlememiz isteniyor…Tamam merak unsuru var işin içinde ama , cidden izlerken zaman kaybıymış gibi geliyor bana…O kapının açılması , kadının ayağının yere bir saatte değmesi (daha doğrusu değdikten sonra bir saat aynı şekilde kalması) gerçekten gereksiz…

İnsanın anatomik olarak son derece mükemmel bir varlık olduğu söylenir ya…Ben bazen hiç de öyle olduğunu düşünmüyorum…Bir şey yedikten yaklaşık iki-üç veya dört saat sonra acıkıyoruz…Bu kahvaltı da olsa akşam yemeği de olsa böyle oluyor…Bu durumu değiştirebilecek bir mekanizmaya sahip olmayı çok isterdim…Yani acıkma saatimizi kendimiz belirleyebildiğimiz bir sistem…’Gece acıkmak’ son derece baş ağrıtıcı bir durum ; yiyecek bir şey bulamıyorsun doğru düzgün ve üşeniyorsun…İşte gece yaklaşık bir altı saat acıkma ihtiyacımız olmasa çok güzel olurdu…Veya yesek ama zevk için olsa sadece , mide 'dolu' sinyali göndermese…Biliyorum çok şey istiyorum ama teknoloji bilim filan ilerliyor belki bir gün olur…

Son olarak , bana ilginç gelen bir durumdan bahsetmek istiyorum…Evin içinde çok vakit geçiren bir insan olarak , dışarı çıkıp geldiğinizde ev gözünüze farklı görünüyor ya…Hah tam da bahsetmek istediğim şey bu garip his…Sanki ev çok farklıymış gibi geliyor,bilmem size oluyor mu? Buna ek olarak,evi çok garip hissetmenize neden olan bir başka şey de 'eve her zaman geldiğiniz yönden değil de,başka bir sokaktan filan gelip eve girmek'…Eve girince tekrar aynı yabancılığı yaşıyorsunuz…Sonra alışıyorsunuz ama cidden garip bir şey…

Bazı anlarda hayat ile ilgili bir şeylerin farkına vardığını sanırsın…Bu fikir , senin yaşam biçimini tamamen değiştirmez , sana yeni bir şey katmaz , seni bugüne kadar olduğundan farklı bir insan da yapmaz ; ama yine de öyle olduğunu sanırsın…İşte bu aslında , umarsız , dünü önemsemeyen insan için, onun yaşamını kolaylaştıran ve gün geçtikçe meleke haline getirdiği doğal bir davranışa dönüşüyor…Bu tarz bir kişinin kendini ispatlaması içten gelen bir zorunluluk olmadığı için , sandığı şeyi içselleştirmesi de son derece olağan oluyor ve gocunmuyor…
İnsanların bugüne kadar kendilerine dert edinme kabiliyetinin en başarılı örneklerinden birisi de 'yetinme' konusu…Bulundukları konumdan bir ötesini , gerçekten objektif bir gözle ayırt edip göremediklerinden , kendilerine sunulan ile istedikleri arasındaki noktada sürekli bir iç gerilim yaşıyorlar…Zaten insanın doğası gereği , bir işi başarabildiğine inanması çok zor…Sahip olduğu ile aslında gerçekten isteyip istemediğine bile karar veremediği aradığı, beklediği şeyin ne olduğunu anlayamaması bundan ileri geliyor…Bu tıpkı sağ elinle sol kulak memeni tutmaya çalışmak gibi bir şey…
İnsanların bu tavrı beni korkutmuyor aksine onları düşünmemi sağlıyor…Neden bu yetinme konusunda kafalarında oluşturdukları o uçurumdan düşmediklerini merak ediyorum… Evet bazen böyle düşünerek gerek kendime gerekse insanlığa haksızlık ettiğimi düşünüyorum…Sanki bu durumdan kurtulmamaları gerektiğini düşünürmüşüm gibi…Aslında beni tam tersi yönde düşünmeye iten şey : onları o şekilde gördükçe benim de kendimce bir şeylerin farkına varmam...
Biraz olsun değişmenin , insanın zararına olacağını düşünmüyorum…Zaten gün geçtikçe bunu kabullenir bir hale bürünüyorsun…Her bir insanın nevi şahsına münhasır olduğunu,düşüncelerinin seninle aynı olmadığını ve kendinin de çevreden bağımsız , tekil olarak farklı olduğunu anlıyorsun…Bunu düşünüp , kendinle konuşunca , neyin ne olduğunu daha iyi görebiliyorsun…Rahat olmak en önemlisi…

Rahat olmaya çalışmak rahatlık değil…Bu kelimenin doğasına aykırı…Bunu herkesin tam anlamıyla başarabildiğini sanmıyorum…Başardığımızı sandığımız şeylerden birisi de 'yetinmek'…
İnsan olarak hep biraz daha fazlasını ,elimizdekinden biraz daha çoğunu istiyoruz…'Ne istediğimizi bilmesek bile , ne elde edebileceğimizi görmeyi istiyoruz belki de'…Bunu beğensek de beğenmesek de yapıyoruz…Yapılan işe burun kıvırıyoruz ; bizimle alakası olmayan bir işi kendimizin çok daha iyi bildiğini sanıyoruz…Bir film otoritesi gibi ,her izlediğimiz şeyde oyunculukların daha iyi olmasını bekliyoruz…Dünyanın en seçici damağı bize aitmiş gibi, diğer damak zevklerini eleştiriyoruz…Bir şey satın alırken , biz hep daha az para vermek ; satıcı ise hep daha fazla para kazanmak istiyor…Kendimizde olanı değil ,başkasında olanı istiyoruz…Hep daha çok bilmeyi,öğrenmeyi ve biraz daha çok para kazanmayı istiyoruz…Aslında kendimizi değil , olmayı hayal ettiğimiz kendimizi istiyoruzYetinmiyoruzYanılıyoruz…
Biraz daha fazla derken ,çoktan azaldığını göremiyor birçok insan…Arayı tutturmak çok önemli…Durup düşününce bunların farkına varmak hemen mümkün olmayabiliyor…Bir şeylerin farkına varıyorum düşüncesi bile yeterli bunu anlamak için…Ondan sonrası kolay ve rahat…
Hayatın 1,5 litre olarak yaşanması gerektiğini düşünüyorum çoğu zaman…Ne hemen her şeyi çok değilken tüketip bitirmeli ne de haddinden fazlasını istemeli…Ne kendine limit koyduğun bir yaşam doğru ; ne de doz aşımı…Yani iki arada bir derede değil , tam dengede…
Bu tür düşünceleri hayata geçirmekten çok onu özümsemek daha kolay…Bu kötü bir şey değil aksine motive edici bir şey… Çünkü bu bizzat düşünmenin tatlılığı…Bir şeyin farkına varmak , düşünmek ve sanmak…

İsveç

Ikea’yı ülkemize ilk geldiğinde çok sevdiğim söylenemezdi…Daha doğrusu “evinizi şöyle seviyoruz,böyle seviyoruz” , “eviniz bizim için çok önemli” , “biz evinizin her şeyiyiz” yaklaşımlı reklamları sevmiyordum…E tabi ev ortamını çok seven bir insan olduğumdan , dur lan neler varmış diye merak edip gezdiğim de oldu bu tarz yerleri…Ikea’ya birkaç kez gittim ama en son gittiğimde biraz daha fazla eğlenebildim…

Öncelikle Ikea(bazen ikeya) meşhur sarı-mavi renkleriyle bizi karşılıyor…İsveç köftesi hemen ön plana çıkıyor büyük puntolarla… Türk halkının boğazına düşkünlüğünü iyi biliyorlar ki restoranı hemen girişte tutmuşlar diye düşündüm ; hakikaten de öyle..."İsveç köftesi"(veya Türk köftesi tam emin değilim)tam bizim insanımıza göre;15 tane diyor ama gerçekten 20 tane filan olabiliyor tabakta…Tat olarak tam bir tadını alamadım ben köftenin dilimdeki yaralardan dolayı…Sanırım yanında koyu sarı renkte bir de sos veriyorlar onu da tam çözemedim,kremalı bir sos gibi…Tadı pek iyi değil yine de ; önermem…1.5 TL verdiğin Ikea bardaklarında sınırsız kola vb. içebiliyorsun , o hizmet de gayet garip ve hoştu…Yemekten sonraki , kendi tepsimizi kaldırmamızın ardından bir de bunun açıklaması yapılmış ki , cidden bizimle akıl oyunu mu oynuyorlar dedirtti bana…Çok samimi bulmadım ama olsun , ilginçti...

"Karlstad" (yani iki kişilik kanepe) yi pek sevmedim ben...Hem ismini beğenmedim hem de diğer Ikea koltuklarına("Ektorp" filan) çok benziyordu…Aslında birçok insanın fiyatlar çok uygun demesine rağmen , Ikea koltuklarının ucuz olduğunu düşünmüyorum ben…Oda dizaynlarında da raflara dvd kutuları eklemişler ama filmler hep aynı , yani farklı farklı filmler yoktu…Snatch, American Psycho , Rocky ve V for Vendetta filmlerinin kutuları birden çok şekilde karışık olarak sıralanmış…Bu küçük gerizekalı detayın,ürünlerle hiçbir alakası yoktu ama benim gözüme takıldı yine de…Ikea’nın oda tasarımları ilk başta göze çok karışık gelebiliyor ; ama bana kalırsa son derece sade tasarımları var bu yönden iyi…Buraya gelip de koltuklarda dinlenmeyi çok seven yurdum insanları da var , her bir köşede onları görebilirsiniz…

Sadece "BEDDINGE" yataklı kanepe için uygun olan Resmo şiltesine ek olarak , Havet ,Murbo, Lövas şiltelerinin isimlerini gördükten sonra devamını okumaya gerek duymadım ve ilerledim…Ikea’da göze çarpan bir özellik olarak : bu gördüğünüz oda tam “150 TL*”gibi bir panoyla karşılaşıyorsunuz her bir bölümde…İnsan , “yok canım nerden 150 tl” filan derken , yıldız detayını atlayabiliyor ve sonra farkına varıyor bunun taksitle alakalı olduğunu…"Folkvik" olarak adlandırılan tv sehpasının büyük puntolarla "46TL" yazısının hemen yanında "x12" taksit seçeneğini görebiliyorsunuz…Ikea’nın en çok giden ürünü olarak ‘masaları’ öneriyorum ben,sanırım kullanışlı herkes tercih ediyor…Tabii ki bunun dışında en çok yastıklar ve örtüler o tarz şeyler çok gidiyor…Bazı ürünler ise gerçekten sikko…

Dünya üzerinde tepsiye verilebilecek en son isimlerden birisi olan “Barbar” Ikea’da yer alıyor…Evimizde bulunan bu baykuşlu kırlangıçlı rengarenk tepsinin aslında “barbar” olarak adlandırıldığını bilmiyordum, gidip görünce çok güldüm açıkcası…Ikea’da ,isimleri işlevlerinden belli olan bazı ürünleri(lambalar, çalışma masası filan)çoğu yerde bulabilirken ; en kuytu köşelerde de ilginç , mistik anlamlar barındıran değişik isimli ürünleri bulabiliyorsunuz…Bunlardan birisi de benim için “Delikat”dı…Tasarımcısı Nicolas Cortolezzis’e bu ürünün hala ne işe yaradığını sormak isterdim,çünkü bir türlü anlayamadım…Delik at , aklımda bir delik oluşturdu yeterince…Uzaklaştım...

“Solbröand” kağıt peçete nedense bana Alman futbolcu Hildebrand’ı hatırlattı…”Stefan” isimli sandalyelere bakıp Stefan isimli insanlara üzüldüm…”Dıska” isimli bulaşık fırçasının aslında tuvalet fırçası olması gerektiğini düşündüm…"Rationell Variera" gibi bir isme sahip ama kendisi sadece bir 'çekmece örtüsü' olan nesnenin kendisinden çok ismine bakakaldım… Çekmece örtüsünün ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama bu ürün bende istemsiz bir “National Geographic” deme isteği uyandırdı…Tam çıkışa doğru yönelmiştim ki , final muhteşem oldu…Beynimde sağ ve sol lobumun ikisini birden yüksek bir düzeyde çalıştıran , fiziksel ve ruhsal dengemi sarsıp manasının içinde kaybolduğum ve ancak beyin fırtınasından vazgeçip çıkabildiğim son ürünü ise sizlerle paylaşıyorum

Duvarlara vurdum...