RSS

Abyss

Vücudumun , aşağı doğru bakarsam yerçekimine göre en çok etkileneceği varsayılan kısmıyla dışarı baktım…Dirseklerimin biraz ilerisinde kendi resmini bırakmak isteyen pencere çerçevesinin plastik hezeyanını fark edip kollarımı oraya daha da çok bastırdım…Bir dizi hat bırakmak isteyen bu çerçeveyi çok düşünemezdim…Keşmekeş saçlarımın arasından bir şekilde yolunu bulup giren güneş ışınlarının beynimi ele geçirdiğini sandığım bir anda gözlerimi yaklaşık beş kat aşağıya diktiğimi hatırlıyorum…Pencereye sırtımı yaslayıp yukarı doğru bakmaya yeltenip bunu bile yapacak cesaretim olmadığını anlayınca ,buradan boşluğa atlamak nasıl bir histir diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım…Merakımı sigaramın son dumanını içime çekerek ertelemek için içeri kül tablasına doğru hamle yaptım…Aşağı atlamadığım için sevinmedim ; ama bunu düşünecek kadar vaktim olduğunu işaret eden yanan sigaramın , filtresine yakın beyaz kısmının varlığını koruyor olması beni sevindirdi…Bulunduğum yerin binanın temelini saymazsak beş kat yukarıda olması , aşağı inişin muhteşemliğini ortaya koyuyordu…Ama bu 'deneyerek anlamaya uğraşmadığım sayısız merakımın dehlizlerimden birisiydi' sadece…
Sol kolumda olmayan bir saate baktım ve herhalde öğlendir diye düşündüm…Güneşten kaçan insanların çok olduğu bu saatte dışarı çıkıp güneşin benden ne alıp veremediği varsa ödeşebileceğimiz doksan derecelik açıya iştirak edebilecektim böylece…Sigarayı tam söndürmeden ,gündüz gündüz yanan ışığın da 'lüzumlu' olduğuna kanaat getirdikten sonra onu kapatmadan apartmanın dışarıya nispeten daha soğuk boşluğuna adımımı attım…Kapının rüzgardan hızla çarpılacağını bildiğim için elimi hazır tutup kapıyı dumura uğratmak istiyordum , başardım da…Sonra kapıyı kitleyip , kitlediğimi bildiğim halde kendi ev kapımı bir hırsız gibi açmak için zorladım…Buna ne kadar devam ettim bilmiyorum ama vazgeçmek için çok da gecikmedim…Bu güne kadar niçin bir asansörün hiçbir zaman yukarı düğmesine değil de aşağı düğmesine basıldığında yukarı geldiğini anlayamadım…Yine de iki düğmeye birden basıp asansörün bulunduğum kata gelmesini bekledim…"Kabini görmeden binmeyiniz" uyarısını görmezden gelip asansörün kapısını yarı açık tutarak ilk önce 'sıfır' ve ardından 'bir' numaralı tuşa bastım ve kapattım…Ardından apartmanın sarmal merdivenlerinden deli gibi koşarak inmeye başladım…Az önce evimi soymuş ve hazinemle kaçıyormuş gibi hissettim kendimi…Önüme kimsenin çıkmaması işimi daha da kolaylaştırdı…Benden daha hızlı olup olmaması umrumda değildi ama asansörün birinci katta-kendi isteğimle-vakit kaybına uğrayıp beni geçemeyeceğini bilmek beni fazlasıyla tatmin etmişti…Dışarıya çıkmadan önce ondan önce geldiğim zemin katta asansörün 'yukarı' düğmesine defalarca bastım , böylece sonsuza dek aşağıda,'hiç var olmamış katlarda' kalacaktı…

Bunu başardığıma inanmıyordum ama kendimi dışarda bulmuştum…Ana caddenin ortasına gelmeden önce kendime düz bir hat belirledim ve sallanarak karşıya geçmek , araba reklamlarındaki gibi arabaların gerçekten mükemmel bir fren sistemi olup olmadığını görmek istiyordum…Halihazırda birkaç arabanın bu hayallerimi suya düşürmesi çok sürmedi…Şimdi geri kalan yolun dörtte birlik kısmında arabaların ortasında duruyor ve refüjle buluşmak için bekliyordum…Sadece bir insanın yürüyebileceği kadar genişlikteki kaldırıma geldiğimde cehennemi andıran sıcağın daha yeni farkına varmıştım…Etrafı kavuran bu sıcağın asfalt üzerindeki yaydığı ısıyı görüp , yoldan çıkan dumanın beni yutmaması için adımlarımı geldiğim yöne çevirdim…Gölgelerin içine , başladığım noktaya tekrar ulaştım…

O anda yukarıdan geldiğine adım gibi emin olduğum 'kendi' çığlığımı kulağımın çınlayan her noktasında duydum…Üzerime düşen 'ağırlığımla' yere yığıldım , birkaç saniyeliğine vücudumdaki hiçbir yeri hissetmediğimi düşündüm ve ilk kez yukarı bakmaya cesaret ettim ve orada 'kendimi' gördüm…Dibe ne kadar çok gözlerimi dikmiş bakıyorsam , o da bana o kadar yakından bakıyordu…

Quixote

Kırdığın tabağın veya sürahinin , yere eğilip parçalarını toplamaya çalıştığın zamanlar olur ya ,sanki onu tekrardan eski haline döndürecekmişsin gibi…Hayat da , yani yaptığın eylemler toplamı da böyle bir şeydir…Kırarsın; sanki onu birleştiriyormuşsun gibi yaşamaya devam edersin…Elinden kayıp düşerken o bardak , her ne kadar düşürmeyi istemeyip çabalasan da ; o bardağın düşmesini ve gözlerinin önünde parçalanmasını izlemek istediğin 'kaçınılmaz bir an' olur…O andan sonra , geriye dönüş yoktur ve bardağın kırılmasını zevkle izlemen gerekir…Ne kadar parça parça olursa ve her yere dağılırsa o kadar iyi olurmuş gibi gelir bana
Toplamak , parçaları birleştirmek mevzusu insanın başaramadığı bir şeydir…Bunu yapmasına da gerek yoktur zaten , nasıl ki bir bebek altına yapar ve ağlar ama bunu anne babasından başka umursayan olmaz onun gibi işte…Bir bok yemek ve bir halt başarmış olmak , parçaları tekrardan onarıp eski haline getirebileceğin anlamına gelmez , hiçbir zaman gelmez…Bunu bilmiyormuş gibi yapmak kendini kandırmaktır…Yeni şeyler üretip , gidip bardağın yenisini alıp , yeniden kırmak yaşamın sana sunduğu ve biraz olsun doğal karşılanması gereken bir süreçtir…
Elinden kayıp giden bu şeyler ,sen onu elinde tutmayı beceremediğinden değil , onun senden ayrılmak istediğini anlamamandan kaynaklanır,zamanı tutamamak gibi…Tabak , bardak kırmak matah bir şey değildir…İnsan kendi parçalarını kırmalı ,fakat onarmamalıdır…Ne kadar kırılgan olursan o kadar iyidir…Çünkü bu seni yeniler,biraz olsun masum yapar…Parçalanmaktan korkan insan , parçalanma ihtimalinin kendisinden bile korkar ve sürekli kendisini korumak istediği kapalı bir yaşam tarzını benimser(çoğu zaman da bunda başarılı olamaz)…Böylece farkında olmadan yaşadığı yenilenmeyi anlayamayıp,üzülür…Elbette ki her insan aynı değildir ve düşünüş biçimleri kişiden kişiye değişir

Hayata çomak sokup onu bozan , parçalanmasını isteyen insan , onu döndürmeye çalışanlardan daha çok saygıyı hak eder benim gözümdeÇünkü istemiştir , istediğini elde etmiştir…Bundan gocunmamıştır…Elini ,iğrenç olur düşüncesiyle burnuna sokamayan insan , eninde sonunda başkalarının elinin kendi burnuna sokulduğu hissine kapılır…İşte anahtar nokta budur…Yapmak istediğin şeyi , başkaları yaptığı zaman hoşuna gitmez,ama kendi yapabileceğin şeyi kendin bile yapamazken hayıflanmak boşunadır…Kendi düzenini sağlayan insan , bu kendi işlettiği çark bozuk da olsa(diğerlerine göre) , başkalarına hesap vermek zorunda değildir ve bununla mutlu olabilir…Bunu anlamak için büyümek gerekli değildir…Çoğu zaman bunu erkenden fark etmek gerekir…Geri kalan yılların için insanlar , sürekli seni eleştirir , sana kendi doğrularını dayatmaya çalışırlar…Zannederler ki sana dokunup , seni parçaladıklarında onlar sağlam kalacaklardır…Ve geride kalan yıllarından sonra , onlar bunu anlamak için çok çaba sarf etmezler…Bazıları anlar…O bazıları da sensindir aslında…Hayat böyledir ,tuhaftır
Öpmek istediğinde öpersin hayatı , umursamazsın…Çevirip yüzünü sarılırsın ona…Gerçekten…Bazen küfredersin ,sikmek istersin hayatı ,vurdumduymazlığınla başarırsın hem de bunu başkalarının aksine…Bu seni kendi muazzam bilinçsizliğinde var eder işteUmursamazsın…Sevdiğin bir parçada kaybolursun…Sessizliği de seversin aslında çoğu zaman …Kendini dinlemediğin anlar olur, kendin olmayan sen , kendini dinler böylece…Bırakırsın…Dışarı bakarsın gün ağarırken her zamanki gibi, sıradaki gündüz çoğu zaman hoşuna gitmese de , geceni kendine saklayıp , onu özlersin bir sonraki buluşman için…Umursamazsın
Hayat tuhaftır , bir kedi gibidir de bazen…Son derece özgürdür o bıraktığın hayat , dışarı bıraktığında yine sana gelir , sen ‘sen’ oldukça…Ve yine son bir parmak hamlesiyle bırakırsın bardağı ve parçalanmasını zevkle izlersin