RSS

"Sen..."

Evet , yazmak için en doğru zaman olmayabilir ama senin için yazarım sanırım…
Ki zaten okumadığını bildiğim için bu yazdıklarımda samimilik derecemi abartabilirim şuursuzca…
Mektup gibi giriş yapmak istemiyorum ama…
Aklım hala otobüste gördüğüm kızda…Yani “o”nda…
Çok saçma giriş olmasını ben de istemezdim ama kafam biraz iyi olunca bu kaçınılmaz oluyor…Bu satırları bile doğru düzgün yazmazdım normalde; fakat sahip olduğum melekeler yüzünden bu beni biraz engelliyor her şeye rağmen…Yazarken taviz vermek istemediğim yazım kurallarından olsa gerek , kafam biraz iyiyken bile buna dikkat ediyorum…Her neyse şuan yazıyorsam , kötü değilim demektir…Diğer şekilde çoktan yerde olurdum ve bu satırları yazmaya takatim olmazdı…

Otobüsteki kız dedim…Evet…Bu ender rastladığım bir olay diyebilirim…Hatta hayatımda daha önce hiç rastlamadığım bir kişi ,bir durum diyebilirim rahatlıkla…
Çok bir geçmişimiz olmadı…Geleceğimiz hiç olmadı…
Sadece ben ona baktım ve o bana baktı…Geçen zaman sanki havada asılı toz parçacıkları gibi ciddiyetini ve sakinliğini korudu…
İlerlemedi…Durağandı…Ama hoş muydu , evet sanki hoştu…
Aslında sahip olmadığım o çekingenlik bir an olsun peşimi bırakmadı o anda…Ben de anlamamıştım…
Gözümü dışarıdaki saçma şeylere yönlendirdim ; oysaki ona bakmak daha güzel olurdu…Ki kaçamak bakışlarımla onunkini birleştirmiştim…

Farkında olmadan bir şeylere kendimi kaptırdım o an…
Anlamadığım…
Çözümlemek için uğraşmadığım…
Üşenmek değil…

Tamamen “hoş”…
O “şuhtu”…Ben ise…
"Manasız"…
Sadece birbirimize baktık , sonsuz ufka bakar gibi…
Anlamlandırmak için uğraşmadık…
En azından ben böyle hissettim…
İçimizdeki sonsuzluğa uzanan denizde yüzeceğimizi mi hayal etmiştik bir an ?
"Evet"...
Ne olabilirdi ki ? En fazla…
Yaklaşık on dakika sonra farklı dünyalara ait olduğumuzu birbirimize ispatlayacaktık…
Bir araya geldiğimizdeki suskunluğun yarışması bizi birbirimize kırdıracaktı…
Saçmaladığımızdaki durgunluğu bozacak tek bir hareketi bile anlayamayacaktık ortaklaşa…
O an "ne desen yalan olacağı gerçeği" gözümüze ne kadar da sıradan ve acıtıcı gelecekti…
Bu durumu kabullenmeyi bir gurur meselesi haline getirip , yine de tekrar tekrar susup gözlerimizin içine bakıp kalacaktık , öylesine…Bomboş...
Söylemeye çalışacağımız her kelimenin kifayetsiz ve uyduruk kalacağını bilmenin verdiği garip his bedenlerimizi sarpasaracaktı…
Ve ben sana gülmezken , sen gülmek istemezken bile gülecektin ve ben bunu bilecektim…
Bu sonu gelmez düşüncelerin , sonuca vardırılması imkansızdı doğal olarak…

Sana baktım , yüzünü bir an olsun çevirdiğinde düşüncelerini okuduğumu hissettim…Ne düşündüğün , ne düşündüğümle aynı mıydı ?
“Evet” di cevap…

Var olan durumun değiştirilemeyeceği…
“Ne olabilir ki en fazla” cümlesinin yarattığı nahoş farkındalık…

Psikopatlık mı ? Hayır…Gerçekliğin ta kendisi…
Diyorum ya…
O “şuhtu”…Ben ise...
"Manasız"…
Belki ona göre öyle değildim…
Saçmalıyorum , ama…
Onunla ilgili yazmak istediklerimin sonu gelmez…Bunu biliyorum ve itiraf ediyorum…

Umarım seni bir kez daha görürüm…
O zaman geldiğinde belki çok şey değişmiş olur çoktan
Kim bilir...
Off ulen ! ! !

Absurde*

Yapıyordum , yapıyordum , yapmıştım…
Evet yine aynı saçmalığı yapıyordum…Bünyeme bir an olsun yenilip , kendimi yatağa attım…Daha önceden sanki hiç yapmamışım gibi , yine aynı şeyi yapıp , "lanet olsun" deyip uyuyacaktım…Kendime yenilecektim gün doğarken…

İnsanın kendisini yeneceğini kendi kendine öğütlemesinin ardından ve bu kararı yine kendi benliğiyle almışken tekrardan “kendisine” yenilmesi ne yaman bir çelişki…

Bok gibi bir durum evet…Zaten bunu kabulleniyorum…'Bok' gibi bir yaşam süren bir kişi elbette kendisini de 'bok' gibi görür…Konu buradan devam etmeyecek…Döneyim tekrar asıl mevzuya…

Sabahki derslere ki bunlar genelde 9.30 başlama saatine tekabül eden derslerdir…Derslerim demiyorum çünkü 'sahiplenecek' bir durumum yok…Her neyse bu derslere gireyim diye o günün gecesinden uyumuyorum…Bunu çoğu kez başardım ama son zamanlarda başaramıyordum…Sürekli otobüse binme saatimden bir veya birkaç saat önce uyuyordum ve o gün okulu asıyordum…

Tek gerçeklik şuanda bunu yazmam ve sizin bunu okumanız…
Yatağa girdim , buz gibi yorganı üstüme çektim…(Bunlar gerçektir ha uydurma değil) Yazının ortasında hatırlatmak daha uygun diye düşündüm…
Yastığa başımı koydum…Sonra telefonu alıp 7.51’e ayarladım…Amacım iki saat de olsa uyuyup hemen kalkmaktı…Dedim ki telefonu acaba gözden ırak bir yere mi koysam , böylece sürekli çalar ve uykumu kaçırır…Ama bütün bunları kafamda çok da kurcalamadan , uyuma moduna geçtim…Yine de uyanamayacağımı bildiğim için bu kararımdan da vazgeçtim,rahatsız oldum...[Bu olaylar bu yazıyı yazmamdan yaklaşık 10 dakika önce filan oluyor]
Kendi kendime duraksadım…Bilincim yerinde oluyor bu saatlerde ve neden ben yataktan çıkıp bunları yazmıyorum ki dedim…
Kalktım Nescafé yaptım…Şuan hala içiyorum…Gece 12-1 gibi içmiştim , sonra uykumu kaçırdı ve yine yukarda bahsettiğim kararlardan birini aldım…Uyumayacaktım…

Evet , buradayım şuan…
Kendime geldiğimde sarf ettiğim kelimelerin haddi hesabı yok…Aslında çok boş konuşmayı sevmem bunu da amaç edinmem…Ama bugünlük böyle olsun dedim…

Ey blog okuru ! Normalde böyle yazmadığımı bittabi anlayabilirsiniz sağdaki menüden diğer yazılarıma ulaşarak…Biraz da içimi dökmek istiyordum bahane oldu…
Bugün konu absürttü ve öyle devam etsin istiyorum ama bir yandan da gerçeklik payını ekliyorum…

Yaşamdan beklentilerimin tamamen kesildiği , iğrenç bir durumdayım…Bunun farkındayım ve değiştirmeye de uğraşmıyorum bakalım ne olacak…Belki bir süre sonra bu yazıyı okuduğumda “aa ben neler yazmışım böyle ; şimdi ise ne kadar ferah durumdayım ve sorunsuzum” diyeceğim kim bilir…İleride farklı bir modda olacağımı da garanti edemem…Tekrar geriye dönüp baktığımda çok da yol kat etmediğimi anlayabilirim bir diğer ihtimal olarak…

Günlerdir yapacağım dediğim şeyleri yapmıyorum…Ertelemekten , erteleme oyunu oynar oldum…Neyi ertelersem daha güzel olur gibi saçma bir kampanya başlattım kendi çapımda…
Boş hayallere dalmanın gereksizliğini bir erdem kabul ettim kendimce…Kime ne…

Günlerdir duş almıyorum…Evet çok pis bir insan olabilirim ama parfümüm güzel ve bu beni gizliyor…Bu kadar da küstahım…Dedim ya konu absürt ve gittiği kadar gidebilir…Saçmalamakta hudut tanımam…Ama gerçeklik payını da çorbaya eklemeden bırakmam…Zira burada okuduklarınız saçmalığın ötesinde gerçeğin ta kendisidir…

Değiştirmediğim kıyafetlerim benimle özdeşleşti…Benim kopyam onlar oldu…Dilleri olsa hallerinden rahatsız olduklarını açık yüreklilikle benle paylaşırlardı sanırım…
Benim onları sallamayıp siktir ettiğim gerçeği bir yana ,onlardan vazgeçemediğim de bir gerçek…Değiştirsem belki küserler diye düşünüyorum ve değiştirmiyorum…
Yaşama dair umutlarımı kaybettim gibi arabesk bir yapılanma sürecinde değilim…Ama cidden ne sınavlardan beklentim var , ne öğrendiklerimden , ne okuldan ve ne okuldan sonra ne olacağımdan…
Bütün bunları düşünmekten ,kafamı meşgul eden dakikaları toplasanız asırlar eder belki de…
Duygu ve düşüncelerim çok karışık…Fikirler , planlar , okunacak kitaplar , izlenecek filmler , dinlenecek müzikler , yapılması gerekenler , yapılması garip gelecek şeyler , yapılması düşünülüp olmayacağı anlaşılan şeyler…Hepsi bir girdap halinde beynimde…Çamaşır makinesinin içindeki renkli ve beyazların karışmış olması ve bu durumun kekremsiliği beni en iyi yansıtan şeydir galiba şuan…

Bu halim ne zaman sonlanır bilmiyorum…Zevk alıyor muyum ? Hayır ,onu da bilmiyorum…
Nescafé bitti , yazıyı uzatmak istemiyorum…Zaten buraya kadar okuduysanız eyvallah…Çok vakit kaybı yarattığımı düşünüyorum sizler adına ama cidden bir şeylerle ilgilenmesem uyuyup kalacaktım…
Farklı bir zamanda , yaşadıklarımı ve yaptıklarımı daha iyi anlatabildiğim bir zamanda görüşürüz umarım…

Calling…
Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor , lütfen daha sonra tekrar deneyiniz…
The person you have called cannot be reached at the moment , please try again later…
Dipnot : Şuan hiç uykum yok biliyor musunuz? Oh ne rahat :)
*Başlıkta kelimenin orjinalini kullanmak istedim…

Sözlem...



Bu adamı tanıyorsunuz değil mi? Ama benim idolüm olabileceğini aklınızın ucundan bile geçirmemişsinizdir eminim…Evet bugün bunu sorguluyorum...Nedenleriyle ele alayım…

‘”Bu noluyo? –Press TV”
Öncelikle girişken ruhlu olduğunu belirtelim bu kişinin…Röportaj yapılan ilk kişinin pasif yorumlarının devamında oluşan bu boşluğu abimiz(idolüm) tamamlıyor…Duruma el atması , aktifliği çok takdir edilesi bir davranış…Dalga geçmiyorum cidden bu böyle…Hangi birimiz bize mikrofon uzatıldığında konuşma cesareti gösterebiliyoruz ? Buradaki durum ise bambaşka : ilk mikrofon uzatılan kişiyi saf dışı bırakarak kendi sözünü dinletiyor…Tavizkar değil…

"Çok iyi de oldu , çok güzel iyi oldu tamam mı?"
Evet tamamen , kelimelerin birbirine karıştırıldığı bir durum söz konusu…Daha doğrusu söz dizimi yanlış gibi görünüyor ama baştaki girişken ruhun , atılımcılığın hemen ardına gelen bu sözler ancak bir heyecanın eseri olabilir…Kişi duygularını aslında , kafasında kurguladığı şekilde belirtiyor…Farklı bir sunum yapmak yerine , ilk düşündüğünü söyleyerek samimiliğini bozmuyor…

"Şimdi meselam türban olayını çok karıştırdılar…Ha! aralarında bir fark kaldı o farklan çok güzel oldu…"
Röportajın başını duyamadığımız için , kişinin konu hakkındaki tam bilgisini alamıyoruz…Hangi iki şeyin arasında fark kaldığı ise muallak…Ama yine de ülkemizdeki süregelen “türban” hadisesi hakkında kesin bir yargıya varıyor…O veya bu taraftan olmadığını belli eden , genel bir yorum yapıyor diyebiliriz…Objektif bu açıdan da…Evet çok karıştırıldı ,belli ki huzursuzluk çıkıyor ve adam da bunu görmüş…

"Meselam herkesin hayatına kimse karışamaz…”
Benim en çok beğendiğim ve özlü söz kabul ettiğim cümlelerinden birisi bu…Son derece tarafsız, liberal ve modern bir düşünüş tarzı…İnsanların düşüncelerini ifade edişi her zaman doğru olmayabilir…Kimilerinin de ifadesi çok düzgündür ; yanlış anlaşılabilir…Bu oluyor…Adamın Türkçe hatalarına az sonra değineceğim…Birbirimizin hayatına neredeyse karışmamanın anormal sayıldığı şu toplumda , böyle bir iyi niyet gösterisi alkışı hak ediyor bence…"Doğru noktaya ayak bastı" denir ya o cinsten bir açıklama…

"Ha! Nasıl karışamaz ? Ben bu şekli giyinirim , bu bayan şu şekli giyinir , şu şekli giyinir…”
Evet , tartışmaya mahal bırakmayacak bir devam söz konusu…Ki röportaj yapılırken üstünde bulunan spor kıyafet ise bence görüşlerinde ne kadar esnek olduğunun göstergesi…Kurduğu cümlenin üstüne verdiği örneğin ise kanıtlanabilirlik açısından hiçbir problemi yok…Hemen yakınındaki bir kişiyi göstererek , o kişinin istediğini giyebildiğini ve kendisinin de zaten buna riayet ettiğini anlatıyor…Aslında kime sorsanız giyim tarzlarına karşı toplumun bir önyargısı olduğunu söyleyebilir fakat burada adam biraz gerçekçi davranıp ortada pek bir sorunun olmadığını , olayların büyütüldüğünü söylemek istiyor bana kalırsa…Her şey somut ve elle tutulur…

"Ha! Hiç kimse kimseye karışmaya bir hakkı yok…Özgürlüğü bitirr…”
Özgürlüğün sınırlarını çizen bir cümle daha ve insanın yaşam felsefesi yapması gereken bir cümle…Birinin haklarına saygı göstermeyip müdahale ettiğinizde artık özgür olamayacağınızı anlatıyor…Daha fazla söze gerek yok…

"Ha! Başörtü ,kurban olduğum ya rasulullahtan gelebilir amma lakinki öyle değildir…"
Kesinlikle en çok dalga geçilen yer burası…Aslında çok da söylenecek söz yok…Anlatım bozukluğunu bence telafi ediyor düşüncelerinde…Türban veya başörtü herneyse , toplumu o kadar çok kutuplaştırdı ki , buna gerek yok demek istiyor…Siyasi simge yapılması vs. bunlar sizin de az çok iştirak olduğunuz şeylerdir eminim…

"Eyyorlamam bu kadar…Hadi hayırlı işler…"
Yine iyi niyetli bir mesaj var…Çok fazla konuşup saçmalamam diyerek yine benim savunduğum bir görüşü savunuyor…Kendi gibi bitiriyor , asla bir mesaj kaygısı yok…Zaten diyeceğini demiş…

Evet herkesin Türkçe hataları olabilir ama bence bu anlatmak istediğiniz şeyin karşı taraftan doğru algılanmasıyla göz ardı edilebilir bir olgu…İçten olmak çok güzel bir şey…Doğallık söz konusuydu burada ve kandırmaca yok…”Eyyorlamam bu kadar” benim de…

00.00

On iki dakika sonra…

Soluk hava…
Soğuk ve matemli…Üç yüz altmış dört günün ağırlığının tek bir güne yüklendiğini ve onu yıkıp geçtiğini düşlüyor…Bu duygu onu sarıveriyor…
Zaman içinde içinde bir şeyler katlanıyor ve katlandıkça katılaşıyor , esnekliğini yitiriyor…Açıldığında rahatlamanın aksine daha da berbat bir hale bürünecek gibi hissediyor…
Dünün onun için uzakta kaldığını düşünüyor…Gelecek de ondan farklı değil…Gelmiyor…
”Bugün”ün ulaştığı yer ise kısır döngünün tam ortası…
Düşünemiyor…”Düşünmeyeyim” diye düşünüyor…. Bu yüzden düşünceler buz gibi havada asılı kalıyor…
Bulanık havanın oluşturduğu müşkül tabloya biraz da o boya darbesi vuruyor…En soluk renklerden…Sonra o gamlı tabloyu satın alıyor…
Beyni , dışarıyı görmeyi güçleştiren ,otobüslerin camını incecik kaplayan bir buğu gibi…
Kafasında çizdiği şeyler bir bir saydamlaşıyor…Beyninin odalarına giren ışıklar , duvarlarını kör ediyor…Çizgiler biliyor…Varlıklarını sonsuza dek sürdüremeyeceklerini ve az sonra karanlığın yine onları esir alacağını…
Bu bir, bilinmezliğin istihdam sağladığı yalnızlık çeşidi…
Yürüyor…Karanlığın içine doğru…El yordamıyla değil…Her gün evine gidermiş gibi…Her gün içtiği su bardağının kulpundan tutarmış gibi…
Sıradan değil ama önemsenmesi gereken…

Milyonlarca insan eğleniyor , dakikalar sanki dünya için yeniden başlamış gibi…Halbuki “00.00” , geride bıraktığı “23.59”dan sadece “1” saniye uzak…Çok hızlı başlıyor her şey…Sonsuza gidecek dakikalara alkışlar ve çığlıklar eşlik ediyor…

Bir adam var ileride , umursamıyor…Elinde tuttuğu sigarasının dumanı onu kamufle ediyor…Yürüyor mu , duruyor mu belli değil…Kendisiyle değil de kadim bir dostuyla dertleşirmiş gibi karşısındaki boşluğa konuşuyor…Ağzında kelimeleri oluşturacak hareketin varlığı, kelimeleri anlamlandıracak sesin olmamasıyla birlikte anlamsızlaşıyor…Susuyor
Birden karnına çelikten sert bir yumruk yemiş gibi yere yığılıyor…Dizleri üzerine düşüyor…Sigara kayboluyor…Karnını tutuyor…
Suratındaki donuk ifade ise değişmiyor…Ağrı ve sızı yok…
Baktığı yer , ayın çokça parlattığı parkenin üzerindeki iki üç kan damlası…
Hissizleşiyor…Hissetmiyor…
Suratındaki donuk ifade ile beyni uyuşuyor ve donuyor saniyeler boyunca…

Ansızın…
Uzaklaşmak için kendisinde güç bulduğunda , hava sadece “1” derece daha ısınıyor…
Hava değişiminden dolayı , akciğerleriyle nedensiz bir anlaşmazlığa düşüyor…Öksürüyor…
Sonra susuyor

Karanlıkta onu bekleyen eli tutuyor…Hareketleri biraz daha hızlanıyor…
Ayakları uyum sağlıyor…Onunla dans ediyor…Sarılıyor sıkıca , hiçbir zaman bırakmayacakmışçasına…Gözlerini kapatıyor…
Dudakları dudaklarına değiyor…



Kan tadı yoğunlaşıyor…
Elleri hissizleşiyor…
İfadesi soluklaşıp , donuyor…

“Beni tanıyor musun?“ diye soruyor elin sahibi…
Boşluğa bakarak cevaplıyor :
“Evet…”

Sempatik Değilim...

‘Bir oluşumun , bir kurumun kurucusu diye adlandırılması gereken kişinin aslında bir “üye”den ibaret olması beni şaşırtıyor…Yani ben pek anlayamadım “kurucu üye” kavramını…Mademki üyelerden birisi kuruyor bu oluşumu diğer kişiler de üye olarak kalmasın boşuna…Ben olsam bu durumda üyeliği kabul edemezdim sanırım…Kurucu kişi daha farklı vasıflara sahip olmalı diye düşünüyorum…Çok da atıp tutmak istemem ;ama bir kişi “kurucu” olmadan önce “üye” olabilir gayet , bu aşamalardan geçebilir , ondan sonra kuruculuğunu yapabilir…”Kurucu üye” bende çok güzel bir izlenim bırakmıyor…Evet ukalayım…

‘Bir de çok ilgilenmediğim ama isimlerini garip bulduğum şeyler var…Bunlardan birisi de devlet kurumlarının isimleri…Daha doğrusu : o kurumların departmanları ilginç gelir bana…Küçükken ,biraz da babamdan dolayı, aşina olduğum “Özel Kalem” bölümü var…”Özel kalem” küçükken bana garip gelirdi…Büyüdüm ve hala bu değişmedi…Neyin özel kalemi ? Mesela valilik özel kalemi var…Orada ne yapıyorlar çok merak etmem araştırmadım ama “özel” olması benim takıldığım nokta…

‘Türkçe’deki yanlışlarla ilgili olsun , Türkçe’nin güzelliğiyle ilgili olsun ; bütün bunlarla ilgili daha önceki yazılarımda çok şey bahsetmiştim…”Yahu bu konulara girmesen olmuyor mu , belirtmeden geçemiyor musun ? Takma ! “diyenleriniz olabilir ama benim de yazma sebebimi bi nevi bunlar oluşturuyor…

‘Şunu da söyleyeyim hemen , kesinlikle Türkçe uzmanı değilim , Türkçe’mle övündüğüm filan da yok ama kafama takılmışken atlamayıp şunu söylemek istiyorum…Bir yerde , sanırım bir film fragmanıydı , gördüğüm yazı şuydu : “ Gitmesini , izlemesini sevenlere…” Tam olarak kelimelerden emin değilim ama önemli olan ekleri zaten…Benim bildiğim “gitmesini sevmek” diye bir şey olmaz…”Gitmeyi sevmek , ağlamayı unutmak” gibi kullanımlar uygun olur…Buna hiç dikkat etmiyoruz…Diğer kullanım bize hatırlatıldığında da : “aa evet daha güzel oldu” diyebiliyoruz öte yandan…İlginç…

‘Eskiden…Çocukken…Daha güzel zamanlarken…Bu vetire içinde sıkça karşılaştığım bir oyuncak vardı…Bunun genel bir adı yoktu…Yay diyebilirsiniz , yuvarlak oyuncak diyebilirsiniz , halka diyebilirsiniz…Manyakçasına oynardık , okula götürürdük…Ben bununla oynamanın anlamsızlığını çocukluğun saflığına bağlıyorum…Zira güzel de gelirdi…Hülasa, özlüyorum o zamanları , bu gibi şeyleri…

‘Sinan Çetin’in önceleri ayrı insanları barıştırma formatlı bir programı vardı…Hepimizin diline dolanan müzikleri sayesinde birçoğumuz izlerken biraz da yaşardık o programı…O program gerçek miydi değil miydi diye düşünmedim ; o zamanlarda da buna kafa yormamıştım…Fakat bugün gelinen noktada, bu tür programları düşünmekten kafam yoruldu diyebilirim…

‘Elbetteki saçma sapan bir çok evlilik programı var , düğün dernek programı var…Onlara hiç girmeyeceğim…Sinan Çetin’in şu sıralar bir reklamı var…Boşanan çiftleri davet edip onları bu kararından döndürmeye teşvik eden bir program ile ilgili…Tutacağı kesindir bence…Bir yandan bunu film olarak düşünüyor sanırım…Benim burada takıldığım küçük bir ayrıntı var…Günde “350” boşanma vakası oluyormuş…Bu bana garip geldi cidden var mıdır yılda “yüz yirmi yedi bin yedi yüz elli” boşanma hadisesi…Günde kaç düğün oluyor acaba bence daha azdır…Bu boşanmayla ilgili verilen rakam kafamı rahatlıkla karıştırdı…Evet , bazen anlayamıyorum…

”Zaferi ben sütte bulmuşum…”
Son olarak , çeşitli müzik gruplarının (ki bunlar genelde rock ağırlıklı oluyor) müziklerinin “süt” , “dondurma” , “çikolata” vb. reklamlarında kullanılmasını daha doğrusu müziğin sözlerinin “X” ürüne göre değiştirilmesini anlamıyorum…Sevemiyorum da…”Malayani” duruyor… Reklamcı değilim ; sadece ukalayım…Evet…

Sempatik Değilim...

‘Gözüme reklam panosunda bir reklam takıldı… Uzun cümleler ile anlatılmış reklamları aslında çok da umursamam ama bir okuyayım dedim…”Beğendik”in belirlediği slogan vari cümlede şu yazıyor : “Tek üründe değil,tüm sepette iyi fiyat garantisi…” Bununla ilgili birkaç bir şey söylemem lazım…Öncelikle “X şeyin garantisini veriyoruz” diyen bir çok marketin ben doğruluğunu kanıtladığını göremedim bugüne kadar…Sadece müşteri çekmek maksatlı yapılıyor bunlar…

‘İlk okuduğunuzda gerçekten iyi bir reklam olduğunu düşünebilirsiniz ama ben ikinci kez okuduğumda durumu anlayıp biraz sinirlenmiştim…Hem neden tek üründe değil de tüm sepette iyi fiyat ? Tek üründe iyi fiyat olsa otomatik olarak tüm sepette de iyi fiyat olmaz mı ? Ben böyle düşünüyorum…Biraz kandırmaca kokusu var tabii ki burada…Tüm sepette iyi fiyat diyerek ‘ancak’ çok alışveriş yaptığınız zaman uygulanan indirimden söz ediliyor galiba…Diyelim 150-200 TL’lik bir alışveriş yaptınız bunda biraz indirime gidiliyor ve tüm sepette iyi fiyat olmuş oluyor(!)…

‘Tek üründe iyi fiyat konusuna da değinmem gerekirse (ki ben bunu da çok gerçekçi bulmuyorum) belirli ürünlerde geçerli bu sadece…Örneğin tuvalet fırçası biraz olsun makul fiyattadır bu da kampanyayı belirleyenler için yeterli gibi görülebilir…Bilemiyorum çok samimi bulmuyorum açıkcası…İkisini de tercih etmiyorum…

‘Bardakta çorba olayını garipsemekten öte biraz çekiniyorum…Yani birkaç kere girişimim oldu bardaktan çorbayı içmekle ilgili ama başarısız oldum…Olmuyor bir türlü…Zaten içememe ritüelim “hazır çorba” pakedini gördüğüm andan itibaren başlıyor…Kaynar suyun bardağa konulmasını ve toz çorbanın bardağa eklenmesini dehşet içinde izliyorum…Bu, bardakta içilen çorbayı tabağa koyup bir de öyle deneyeceğim sanırım ama ondan da pek emin değilim…Tabaktan içmeye çalıştığımda onun bardakta içmek için üretilmiş bir çorba olduğunu düşünmekten kendimi alıkoyamayacağım ve yine de yapamayacağım…

‘Hapşırmak sürekli karşılaştığımız bir durum…Benim de hapşırdığım anlarla ilgili birkaç diyeceğim var…Bu anda insan kalbinin kısa süreliğine durduğu söylenir ve gözlerimizi de bu yüzden açamadığımız anlatılır…Evet insanın kısa bir süreliğine bedenen ölü olup ardından dirilmesi çok ilginç…Benim hapşırmakla ilgili takıldığım nokta : insanların bana “çok yaşa” deyip demediğini anlayamamam…Hapşırdığım anın hemen sonrasında bana “çok yaşa” diyen bir insana cevaben “sen de gör” diyebilmem için “çok yaşa”yı duymam gerekiyor ama bunu çoğu zaman duyamıyorum…İşte bu yüzden garip bir hal içerisindeyim…Bilemiyorum…

‘Bu altıncı his çok garip bir şey…Var olduğuna inanıyorum…Birçok olayı önceden hissedebiliyorsunuz veya ne olacağını söyleyebiliyorsunuz…Benim kişisel başarım sanırım 5 veya 10 saniye sonra ne olacağını tahmin etmek…Bence bu rekor olmaktan çok yetenekle alakalı bir şey…Çok film izlemedim ama bu altıncı hisle ilgili olayları deneyimledikçe her defasında şaşırıyorum…

‘Dejavu da çok sık oluyorum ve hayretler içerisinde kalabiliyorum zaman zaman…Güzel bir şey sanırım bu…Çünkü insanlık halinin en garip durumlarını yaşamak bana hep ilgi çekici gelmiştir…Dejavu yaşamak , altıncı hissi tatmak , değişik rüyalar görmek…Buna rağmen güçlerim olduğunu düşünmüyorum…

‘Bir de son olarak , artık bıktığım ve bitsin diye umutla beklediğim bir olay var o da “91 parça veya 101 parça yemek takımı”…Bunlardan artık gına geldi…Hangi insan gidip de bu kadar çok çatal bıçağa milyarlar verir bilmiyorum…Ayrıca sürekli misafir ağırlayan bir toplum halinden de çıktık biz…Bu tür yemek setlerine ihtiyacımız var mı hala bilemiyorum…Ben insanın yeteri kadar çatal,kaşık ve bıçağa sahip olması gerektiğine inanıyorum…Ukalalık yapıyorum…Evet…