RSS

Falan



Aynanın yansımasından saate baktığımda vaktin çok geç olmadığını anlamış gibi yaptım…Ne için olduğunu anlamadığım hayatın zamanla birebir ilişkisini biliyordum…Bunlar çok güzel uydurulmuş hikayelerden birisiydi zaten, üretilmiş…Çok iyi bildiğim bir diğer olgu ise zamanın ilerlediği gerçeğini idrak etmenin zorunluluğu ve bundan memnun olmadığımdı…Solgun solgun 'kendim' denilen şeye baktım, gözlerim akreple yelkovanı takip etmek istemeyecek kadar yorgundu, belki de zaman denilen çizginin büyük oğlu yıllar beni çoktan boş vermişti…Bir an şu saniyelerin atışını gösteren, hızlıca döngüsünü tamamlasa, yayından çıksa diye iç geçirdim…Birer birer ilerliyordu, bu yüzden zaman çizelgesinin kolda duranının hiçbir zaman yoldaşım olamadığını anımsadım…Kendimi şaşırtan soruları sormayı adet edinmiştim…“Bugün günlerden ne ki acaba?” diye sorduğumda “Salı olsa ne fark eder salak!” diye bir sesin bana seslendiğini duydum…Doğru ya Pazartesi’den sonra gelmesi olağan bir gün işte Salı…Hafif bir gülümsemeyi oluşturacak dudak hareketlerimi belirginleştirerek günün zaten Cumartesi olabileceği ‘sandıklarım listesi’nde başa oynardı…
Birisi gelse ‘saatlerce(!) orada dikilip duruyorsun aynanın karşısında’ dese 'hadi canım' deyip onaylardım ama bu benim dışımda gelişen bir olaydı…Bakış açısı her şeyin temelidir…Kendime bakış açım farklılaşsın diye burada olduğumu sanıyordum, en azından kendime olan inandırıcılığımı kaybetmemek de iyi bir başlangıç olabilirdi…
Mevsimlerin tenimle aynı tonlara sahip olduğu zamanlardan birindeydik sanırım…Bunu anlamak için soru sorabileceğim tek mecra kendi bedenimdi…Gerçi saçlar hiçbir şeyi belli etmezdi…Belki de ederdi…Elbette saçlarımdaki siyah düzensizlik tonumu hemen belirleyemezdi…Fikir vermesi açısından ellerimi içlerine attığımda 'neler yaptığının farkında mısın? Nesin sen? Nesin?' diye sorgulamaları yüksek tondan soran bir organın üst tabakasındaki dağınıklığın ta kendisi olduğunu bilmekle yetindim onların….Arada bir görünen beyazlar da yaşamdaki kontrastı bozmasın diye araya serpiştirilmişti…


Vakitsiz öten horozun başını keserlermiş, peki hiç oralı olmayan bir horoz nasıl olurdu? Umursamayan ama konuşmuş olması gereken bazen…İstemsizce düşünüşlerim beni bu ruh halinin ortağı yapmıştır hep…Başımın er geç kesileceğini hesaba katmadan saçlarımın ortasını ibik şekline büründürüp bakalım kendi çöplüğümde nasıl görünüyorum diye kendimle alay etmek istedim…Bunu yapmak belki yanlış olarak adlandırılsa bile sözün tabiatına uygun etmek gerekirdi…Kendi çöplüğüm ne kadar kirletilmiş olabilirdi? Burada bulunmaktan mı mutluydum yoksa mutsuzluğumdan mı? Birkaç şeyden emindim…Yaşamda ben istemesem bile bana tahsis edilmiş olandan…Bedenimin içinde mütemadiyen atan yerden, en çok kirletilen…Kolay kolay görünmez ama bilirsin ki ilerler birer birer…Fütursuzca sahiplenilen bu döngüyü, günden güne büyüyen kendi kirli dünyanı görürsün…
İç çekmek için arkamı dönüp biraz ilerlettim kendimi, yansıtandan…Bunun  zamansız olmasının sıradanlığını çok iyi bilirim, anlık gelişir esnemeni tutamadığın gibi… Kafanın içinde olup bitenler durulmadığında, kendini tümden dolaba kaldırmak mümkün değilken sessiz bir iç savaş başlar içinde…İç çekişlerin öncekileri aratmayacak kadar tanıdıktır, ritmin hızlanır, zembereğinin yerinden fırlamasını istercesine eşlik edersin ona…Bir kreşendo, sessizlik büyür içinde…
Hakikatlerin mi yanıtsız soruların mı seni bu noktaya getirir, bilemezsin…
Dönüp bakmak isterim böyle zamansız zamanlarda işte…
”Ne kadar çok gittiler senden be” diyen kendime…
Soru olmayan bir soruyla

4 yorum galiba:

Oh, Okay dedi ki...

Zaman denen şey bayaa garip bi olgu zaten. Bi de ilk kısım "suicidal" olmuş gibi biraz.

Mjora dedi ki...

aslında ilk kısımda bir çığrından çıkmışlık haline atıfta bulunmuştum...olağan şeylerin sıkıntısı...

Oh, Okay dedi ki...

Anlatım tarzınd öyle bi bıkmışlık, bitse de kurtulsak havası sezdim ama

Mjora dedi ki...

yok o taraflarda bezim yok zaten...yazmaya devam edemem o zaman :)

Yorum Gönder