RSS

"Ödül" & "Mim"


Yaratıcı Blog Ödülü(Temsili Resim)

Öncelikle “mim” nedir ne değildir , bu yazıyı yazmadan önce bilmiyordum…Bilgilendiren arkadaşlarıma teşekkür ederim…

Sevgili deep beni “Yaratıcı Blog Ödülü”ne layık görmüş…Ona da teşekkürlerimi sunuyorum…Bununla birlikte , kendimizle ilgili “7” ilginç şey yazmamız gerekiyormuş…Neden “7” diye belirlenmiş bilmiyorum belki “dünyanın yedi harikası varsa , insanın da yedi ilginç özelliği olabilir” diye düşünülmüş olabilir…

Anti-Dipnot : Sıralayacağım özellikler birbirine üstünlük sağlamıyor , o bakımdan bir numaralı özelliğim en “garip” özelliğim değildir…

1- Buradaki “7” adet ile sınırlandırılan maddelere inat , bir sekizincisini yazabilen* , sınırlandırmalara gelemeyen bir kişiyim diyebilirim , her konuda…Bu çok ilginç olmasa da , yapmak istediğim şeyleri sonuna kadar götürmeyi isteyen bir yapım var…

2- Fütursuzca , bir işe başlayıp yine aynı şekilde o işi yarıda bıraktığım çok olur…Yavan bir izlenim veriyor olabilirim çoğu zaman…İkinci maddenin başıyla alakasız ama ; bazı takıntılara sahip bir insanım diyebilirim…Bunlar arasında : dolmuşta sevdiğim yerler haricindeki yerlere oturmamak , çizgilere basmadan yürümek , sürekli sevdiğim giysileri giymek , dışarı çıkacağım zaman birşeyi unuttum mu diye sürekli üstümü başımı kontrol etmek , Nokia 7210** , duş almamak uzun süre, var…

3- Oldukça dikkatsiz olduğum söylenir küçüklükten beri…İnsanları dinliyormuş gibi yapıp dinlemediğim çok olmuştur…Bir lafı anlamayacağım tuttu mu bunda ısrarcı olabiliyorum…Sevmediğim ve değer vermediğim düşünceler üzerinde çok durmuyorum…Her anlamda tartışmayı severim , biraz da haklıysam insanlar üslubumdan rahatsız bile olabilirler…Buna ek olarak : "Kraldan çok kralcı insanlardan haz etmem..."

4- Hazır üçüncü maddeyi anlatmışken , dördüncünün bununla çok alakalı olduğunu söyleyeyim…”Tembelim” , “üşengeçim” ve “umarsızım”…Bunun dışında ”Ukala” , “gıcık” ve “sinir bozucu” olduğum da söylenir…Bunlar o kadar çok söylendi ki kendimi de inandırdım buna…Bazen cidden öyleyim...Kötü bir şey olmadığını düşünüyorum bunun…Sevmediğim insanlarla alay edip , onların zayıf noktalarının üstüne gittiğim de oluyor…İlginç değil mi ?

5- “Nocturnal” bir insanım…Bittabi gündüz yaşamak zorunda olan varlıklar olmamıza rağmen , onlardan kendimi çoğu zaman soyutlayıp , “geceyi” ve “karanlığı” sevenler güruhunda yer alıyorum…

6- Koleksiyoncu bir insan mıyım diye kendime sorduğumda çok olmasa da bir takım şeyleri biriktirdiğimi gördüm…Bunların en önemlileri "taş koleksiyonum" ve "çöp koleksiyonum"(ambalaj diyelim)...

7- Kart oyunları ve her türlü sevdiğim oyunu deli gibi oynamaktan ; vaktimi bunlarla harcamaktan hiç çekinmem…Beni oyunlara sorarsanız onlar size beni anlatabilir…"Bunlar boş işler" diyen insanları da “boş” bulurum genelde…Zevk meselesi sonuçta…

*8- Ballı hardala ilgim vardır(profilimde bahsetmiştim)… İçmeyi severim ,her türlü…Buraya sığdıramadığım ve sizin böyle bir profilden bekleyebileceğiniz başka ilginç davranışlarım da var…Bunlar için de bu blogu rahatlıkla kullanabilen biriyim , sekizinci de böyle olsun…

Şimdi bu ödülü paylaşacağım kişileri açıklıyorum…
-Kinaye Servisi
-Jhemm
-Beril
-anlamayanadam
-Tuşların Tıkırtısı
-Efe
-rahat-sız hatun


**: Benim bir önceki kullandığım telefon 7210'du fakat bozulmuştu...2.el arıyorum hala, alacağım...Başka bir telefon değil sadece o...Mavi bir de...

Dışsal Dipnot: Zart zurt köşesi : Ödülün logosunu yayınlayın , siz de 7 kişiyi ödüllendirin ve bu kişileri haberdar edin...Kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazın...

İçsel Dipnot: Ödülü paylaştığım kişiler kafalarına göre takılabilirler , adresimi de yayınlayabilirler, bu tarzda bir yazı da yazabilirler…Size kalmış…Teşekkürler…

Captive

Düşüncelerimin dansından biraz olsun sıkılıp , omuzlarımdan kollarıma dökülen , parmak uçlarıma geldiğinde ise , hayali beyaz kağıtla çiftleşmeyi başarabilmiş birkaç cümleyi oluşturan kelimeleri okuyor olabilirsiniz şuan…Belki de geride bıraktınız…
Bütün bu olan bitenden , ortaya çıkardıkları sonuçtan habersiz, kelimeler ise kendi saçmalıklarının farkında olmadan şu dakikalara eşlik ediyorlar , onlar da bunun farkında değiller…
Çünkü onlar düşünemiyor,konuşamıyorlarCansızlar

Siyah çizgiler bir takım kıvrımlar yapıyor ve “harf” adı verilen şeyleri oluşturuyorlar… Bu harfleri tek başına kullandığımızda hiçbir anlamının olmadığını , birer sesten ibaret olduğunu bilsek bile , anlamsız olan bu şeyleri yan yana getirdiğimizde anlamlı bir şey oluşturduğumuzu varsayıyoruz…Buna da kelime demişiz…

Bence insan düşüncelerini kimi zaman kelimelere dökmeye çalışmak yerine , kelimelerin kendi seslerini duyurmalarına izin verse daha iyi olur diye düşünüyorum…

Kelimeler belki de boyunduruk altında bulundukları için bunu yapamıyorlar…İnsanlar onları kullanma yeteneğinin olduğunu sanadursun ,onlara sadece zulmedip kontrolü altında tutuyor…
Bütün kelimeler belli bir kural içinde oldukları için – ki bunu isteyip istemediklerinden emin değiliz- sadece insanların onları kullanmak istedikleri şekilde can bulabiliyorlar…Canlının cansıza olan bir işkencesi…
İnsan , onu başka bir insanla iyi geçinmek adına ,başka bir insanı sömürmek adına ve bir başka insanı etkilemek adına kullanıyor…Kelimeler buna sesini çıkartamıyor…Çünkü herhangi kötü bir durumda suçlananlar yine kendileri…
Ben herhangi bir kelime olsam ve söz hakkım olmasa çok üzülürdüm…

İnsanların dil adını verdikleri icatlarının esiri olmaları,onların yüzyıllardır değiştiremedikleri bir gerçek…
İngiliz insanı buna “İngilizce” demiş…Almanlar da “Almanca” demeyi tercih etmiş…
Hepsinin de bir düzeni var…Hiçbiri özgür değil…Özne,yüklem ve tümleç…
Türkçe’yi düşünürsek , özne,tümleç yüklem…Yüklemsiz bir cümle olmuyor , cümle niteliği taşımıyor…

Buraya kadar düşünce dansının yorgunluğundan müşkül duruma düşmüş kelime seli , artık durgunlaşma evresine giriyor gibi…Parmaklarımın ucunda bunu az sonra başaracaklar…

“çelişmek” denen bir kelime var…Bu kelime ,insanın kendi farkına varmasını sağlayan tokatların en sertinden…Şuan benim bu kelimeyi seçmemin nedeni, tamamen onun bu durumu kendisinin açıklamak istemesinden kaynaklanıyor…

Demek istediğim kelimelerle iletişime geçip bir an olsun onların duygularını öğrenmek istediğimde bana şu şekilde cevap verdiler :

“Qwğkrğrkwopkr3woesmpkdsnlkcndcn lnkdsn lkdsl knfew wlk nwenlkwnkwef nklnlkweklnf lmkfdsmflkdm fwlekm mkwoıqojıdwqj qwdqıodj qwıojd qwğpddlasğcğcz xciz özözxzc xzös aclcdsölsdl öcsdö csdşcö sşcöl şlceemöoeo eoepoce öopewö ewpocö ö cc ewwccewewww qd pqwodk qwkdwpodkapjıeofj erghrtuıhgrtıugjhreojfepğğaegkregkesgğpkeproınflvnzfvknejvkrjnegapgıjegp jgreg erag ergplğwldğ,qwDPĞÜWLD QD…”

Şuan bu yazıyı yazan insan için “sıkılmak” kelimesi onun hislerini açıklamak için yeterli midir bilinmez ama,tekrar, kelimelerin affına sığınarak “sıkılmak” kelimesini demek istedikleriyle birlikte baş başa bırakmaktan başka da bir çaresi yok gibi görünüyor…
Şuan bu yazıyı yazan kişi tüm söylediklerini yine tek bir kelimeyle toparlamaya çalışıyor ve o kelimeyi rahat bırakıyor…
“çelişki”

Sempatik Değilim...

‘Gözüme takılıp da bir an olsun düşüncelerimde zihinsel tahribata yol açacak o reklamı izlemez olaydım diye isyan etmeyeceğim ama bununla ilgili birkaç bir şey söyleyip bunu* sonsuza dek unutmak istiyorum diyebilirim…”Neeeymiiş” diye merak edenleriniz için bunun çok da önemli olmadığını söyleyeyim…Neymiş “Gün boyu pamuk prensessiniz”miş…Arko’nun bir reklamıydı sanırım…Gün boyu prenses olmaktan kasıt nedir bilmiyorum da , gün içinde birazcık da olsa insan olmayı başarmak sanırım daha değerli şey benim için..

”Kadın-erkek eşitliği komisyonu” da ne oluyor tam anlayabilmiş değilim…Yani olmaması daha makul bence…Böyle bir komisyon varsa ve ciddi ciddi üyeleri ve başkanı oluyorsa ; bu : “bu ülkede kadın-erkek eşit değil ve böyle bir komisyon şart” anlamına gelmiyor mu ? Evet bir ülkede kadın-erkek tam anlamıyla eşit olmayabilir ama komisyonun adı zaten yeterince rahatsız edici…Bizzat böyle bir şeyi varmış gibi gösterip (daha doğrusu tam anlamıyla olmasa bile sahte bir eşitlik yaratılıyormuşçasına davranılıp) insanları galeyana getirmenin bir anlamı yok diye düşünüyorum…

‘Ki zaten yeterince kadın haklarını savunan kurumlarımız var…Düşünce olarak tamamen destek de veriyorum…Türkiye’de kadınların hak ve hürriyet sahibi olmasını kim istemez…Bunları çoktan aşmış olmamız gerekirdi zaten...Bununla birlikte yukardaki gibi irite edici bir durum da : kadınların haklarının erkeklerden daha çok olmasını isteyenlerin varlığı…Böyle bir şey yok…Madem feministler gaza geliyor o zaman kadın-erkek eşitliği komisyonu kurmayın ve başkanını da kadın yapmayın…Demek ki kafalar karışıyor…Benim bile kafam almak istemedi şuan…

‘Haberlerde 'çakma çeyrek altını' görünce güldüm biraz…Fakat değinmek istediğim nokta çok daha farklı…Düğünlerde filan geline çeyrek altın takılıyor…Buraya kadar çok da anlam veremediğim bir durum…Derine inip de anlamak istediğim şey bunun psikolojik boyutu…Neymiş , gelin ,altın takılmadığında kötü hissedermiş…Neden ki yani ? Altın takılınca o insana çok değerli olduğu mu hissettiriliyor ? Tam anlayabilmiş değilim…Belki yıllar sonra anlayacağım…Genel olarak şu düşünüş vardır ya : “Altın takmazsak olmaz , ayıp olur” Bu bana garip gelmiştir , hala da garip gelir…Konu çok uzun bir konu...Biri anlatırsa ona altın takacağım(!)…

‘Bir kişi birisinin babası olduğunu kanıtlamaya çalıştığında, bu, DNA testi ile oransal olarak ancak %99.73’müş…Yani anlayacağınız erkek kişisi tam emin olamıyor…Anne tarafında sorun yok bu kanıtlanabilir bir şey…Duyduğumda bana garip gelmişti bu oran…Çocuğum yok ama , olduğunda da bunu kanıtlamak için uğraşmam sanırım…

‘Kafama takılan ve olmasını dilediğim bir sistem var…Çok ukalaca gelebilir bu fikir…Ender olarak sergilediğim “disiplinden taviz vermemek” eyleminin bir ürünü olması muhtemeldir bu düşünüşüm…Okuldaki yoklama sistemi biraz gelişsin…Hangi yıldayız diye bakıyorum da ikibinonmuş…Hala bir kağıda imza atıyoruz ve orda olduğumuzu belli ediyoruz güya…Başkası da yerimize imza atabiliyor ve hocalar gereksiz yere yine gereksiz öğrencilerle tartışmaya giriyor…Yıllardır aynı şeyi tartışmak bırak ikibinona , hiçbir yıla yakışmıyor ki…

‘Fikir’e gelirsek…Parmak iziyle yoklama alınsın…Dijital imza...Bu sistem geliştirilsin…Bir piyango talihlisi bu işe el atsın , elini taşın altına soksun , sorumluluk üstlensin veya çabalasın**…Çünkü bu iş için devletin adım atacağını sanmam ki yaparsa "fi tarihinde" tabii ki beni çok şaşırtır…Bunu neden söyledim çünkü bu iş için para gerekir diyenleriniz vardır diye söylüyorum…”Okul orası gizli teşkilat değil” diyenleriniz de olabilir ama gerçekten gerekçem basit…Parmak iziyle yoklama alınırsa, çok basit bir şekilde , kim o gün gelmiş kim gelmemiş hemen bilgimiz olabilir…Parmak izin zaten taklit de edilemez…Hocalar da böylece kırk dakika dersin onüç dakikasını sahte imza atanlara nutuk atarak geçirmemiş olur…Okulla ilgili zaten demek istediklerim çok! Bunu hep erteliyorum biliyorum, yine erteleyeceğim ama aklımdan da çıkarmadığımı söyleyeyim…Herneyse hala kağıda imza atmak bana çok saçma geliyor…

*Ne çok zamir kullanmışım ya...
**Anlatım bozukluğu yapmak istedim ki böylece daha çok anlaşılsın...Evet ukalayım...

Püur Zon...

Israrımın , kalın kalın örülmüş duvarlarını , kıldan ince bir çizgiye çevirip beni yenmesinin üstünden çok zaman geçmemişti...
"Hayır" dememe rağmen , çok önem verdiği bu ritüeli yerine getirmeliydi...Bundan zevk alıyordu...
Arkasında koca bir donanmayla , karalarımın ulaştığı son noktada , kıyı şeridinde zaferini ilan etmişti bile...
Önceden yaptıkları gizli anlaşmaları ,bir eli , diğer eliyle ortaklaşa çalışırken hissedebiliyordum...
Suratımdaki krater vari oluşumlardan fışkıran siyah madenleri , önce üstünkörü elde edip ardından sondajla çekip çıkarmak onun için haz unsuruydu...
Benim için ise bu irite edici ve müziç olmaktan öteye gitmeyen bir eylemdi...
Alnımdan aşağı ilerledikçe bölgeyi askerleriyle bir bir tarıyor ve kaşlarıma geldiğinde ise buradaki taburu yıkıp geçiyordu her defasında...
Hani çubuk kraker yerken tuzlarını dişlerinizin yardımıyla söküp alırsınız ya...Geriye sadece kraker kalır...Aynen öyle...
Bu acı verici , gıcık ritüel devam etti etmesine ama benim için daha vahimi yenilgiyi kabullenmiş olmamdı...
Yenildiğini bilmek insanı normalde olduğundan daha mı çok rahatlatıyor nedir?
Birden bunu düşünüp , ne olacaksa olsun dedim...
Öte yandan şu izlenimi de aldım...İşgal altında olsam bile , o , bunu işgalci bir kuvvet gibi değil de bir yeri fethetmiş ve bu galibiyetini hareketleriyle taçlandıran bir kuvvet gibi yapıyordu...Belki de bu yüzden rahattım...
Ardından bu eylemin ne kadar sürüp sürmeyeceğini sordum...Cevap: bu iştigalin çok uzun uzadıya sürmeyeceği yönünde oldu...Tamam dedim ve rahatlık oranımı daha da yükselttim...

Amma velakin , savaşın bitip topraklarımın paylaşılma noktasına gelindiğinin farkında değildim...Bunun için onu suçlayamam çünkü , ben çoktan "ısrar" adını verdiğim bayrağı gönderde huzur içinde dururken onun ellerine vermiştim...Beni alt etmemesi için hiçbir sorun yoktu...
Sıcak savaş ve kan kaybı bitti...Soğuk ve kimyasal bir savaş başladı...Bunun sonucunda kazanan tarafın , kaybedene teselli vermesi gibi bir durum gündeme gelmişti...Aslında buna çok gerek yoktu, fakat yine de beni yenmesine rağmen alçakgönüllü bir ifade takınması , benim ona izin vermeme sebep oldu...
Verilen görevi beceriksizce yerine getirmeye çalışan insanlardaki anlamsız heyecan bende şuan hüküm sürmekteydi...
Her neyse sen yap dedim , mademki sen daha iyi biliyorsun...
Bu kimyasalın sayesinde , topraklarımın tamamen çorak kalmasını ve tekrar madenlerim için savaş çıkmamasını diliyordum ondan...
Sanırım bu imkansızdı , bu savaş devam edecekti...Rezervlerim yine dolduğunda o saldıracaktı...
Fütursuzca, bir yandan topraklarımı mahvedeceğini düşündüğüm , bir yandan da bunun iyi geleceğini düşündüğüm beyaz kimyasalla tanıştım...
Artık isyan çıkarıp , tek bir kımıldama belirtisi bile gösteremeyecek konumdaydım...Donmuş , rafa kaldırılmış gibi hissettim kendimi...Her şey sonuçlanmıştı onun nezdinde...

Kalktım , hafif sıcak suyu açtım ve yüzümü yıkadım...Bir dahaki savaşta kaybedene kadar tekrar özgürlüğümü kazanmıştım... Her şeyi yeniden başlattım...

Not : Kardeşimi seviyorum...

Yılbaşına dair...

Aslında gelip geçti…Çok değer verdiğim bir şey değildir eski bir yılı yeni yıla değişmek…Değişmese de olur…Takvim sürekli baktığım bir şey değil…
23.59’dan 00.00’a geçilen o saniyenin kutlanması , haybeye savrulan oltayla balık tutamamaya benziyor…Zaten yeni yıldan beklentilerin de , bu doğrultuda geliştiğini düşünüyorum şöyle ki :
Siz bir olta atıyorsunuz gelişigüzel , içinizde hiçbir ümit yok balık yakalayacağınıza dair…Ama yine de olur ya deyip atıyorsunuz…
Yeni yıldan isteklerimiz de öyle…Buraya 1 Ocak 2010’dan önce yazmadım çünkü biraz da bu yazıyı planlıyordum kafamda…
Şimdi ele alalım konuyu…
İnsanlar yeni yıldan “sağlık , mutluluk , aşk , para” gibi beklentiler içine giriyor…Haklılar da…Fakat benim gözlemlediğim şey şu : bu istekler genelde 31 Aralık günü ele alınıyor ve 1 Ocak gününün sabahında bunların olmayacağı veya uzun vadede gerçekleşmeyeceği anlaşılınca unutuluyor…Yeni yılın bu anlamda getirisi yok, bir yeniliği yok…Aksine umutları sömürerek bir götürüsü var…
Mesela fikrimi merak edenler olursa söyleyim…Yeni yıldan ne gibi bir beklentim vardı benim ? Kesinlikle spesifik bir şey değil…Çünkü yeni yılın benim bu isteklerimi karşılayacak bir gücü yok , bunu biliyorum…Yine de adet yerini bulsun diye söyleyim :
“Aşk , para , seks…”
Bunlardan başka dileğim yok , zaten olmasını da beklemiyorum…Her sene aynı şeydir benim için…Dediğim gibi oltayı sallamadım bile o derece…
Konuya dönelim…İnsanların bu bağlamda yeni yıldan istekleri olmasını çok gerçekçi bulmuyorum…Ki zaten neden kutluyorsun ki bunu ?
Aslında insanların en sevdiği şey acaba kutlama kisvesi altında kendini kandırması mı ?
Veya bunu sevmesi mi ? Geniş anlamda evet isteklerimizi sadece belirtiyoruz belirtisiz bir özneye…
Değişen şey belki de bir yıl daha yaşlandığımızdır…Tek farklılığı budur…
Çünkü , diyelim doğum gününüz 24 Şubat ise o gün geldiğinde bir yaş büyümüş oluyorsunuz…23 Nisan’da egemenlik ve çocuk bayramını kutluyoruz…29 Ekim’de cumhuriyet bayramını…Her sene klasik olarak düzenlenen şeyler yine yerini alıyor…Eğer tam tersi , çok farklı şeyler olsaydı dünyaya dair , o zaman yeni yıldan beklentimin bir anlamı olabilirdi diye düşünüyorum…Bilemiyorum , bu fikirlerim zamanla da değişebilir…Ama şu zamana kadar gördüğüm ve anlatabileceğim şeyler bunlar…
Çok anlam yüklemiyorum demiştim evet yalnız girmişim , sevgilim varken girmişim benim için fark etmez…
Son olarak şunu da söyleyim “Yeni yıla nasıl girersen öyle gider” mottosuyla ilgili…Evet yeni yıla bir keresinde tuvalette girdim , akabinde sürekli öyle devam etmedi…Çok umursamıyorum…Bu sene en sevdiğim şarkıyla girdim ve bu sanırım iyi gelecek benim için…Bilemiyorum…
Dünyanın , kendi etrafında dönerken , sizi nereye sürükleyeceğini asla bilemezsiniz…
Bu yüzden , zamanın metamorfoz geçirdiğine de inanmıyorum , isteklerimizi bize verebileceğine de…
Herkesin , yeni yılda “monoton” bir hayat yaşamamasını diliyorum…İyilik filan deyip pollyannacılık oynamak istemiyorum…Hayat çok alengirli ve dolanbaçlı bir yol…Ama yeni yılda güzel şeyler olsun ve yaşamı sevin istiyorum…Bu isteklerimi yeni yıldan beklemiyorum , sizden bekliyorum ve kendi samimi duygularım ile bekliyorum…