RSS

Sempatik Değilim...

Kadınlara yönelik reklamlara çok dikkat ettiğimi söyleyemem ama , göz bu işte takılıyor bir şekilde…Metroda giderken , karşımdaki insanlara şöyle bir göz attıktan sonra gözüm arkadaki reklama gitti…”Volume Million Lashes” adlı ürünün , kirpikleri üç kat daha fazla belirginleştirdiğiyle ilgili bir yazı vardı…Evet gerçekten etkili bir ürüne benziyor dedim, fakat ardından ürünün adına bir kez daha baktığımda “milyon” ibaresini görünce bu durumu biraz garipsedim…Milyonlarca kirpik yaratacağını iddia eden "L’Oréal Paris"in bu ürünü , bana samimiyetsiz geldi…

Evet , biz erkekler olarak kadının güzel görünmesine önem veriyoruz , bu yadsınamaz bir gerçek…Kirpik de dahil buna tabii ki ,ama ben milyonlarca kirpiğe sahip bir kadın görsem bunu beğenmezdim herhalde…Milyonlarca kirpik…Bir kadın bununla gurur da duymamalı bana göre…Ben kadında doğallıktan yana olduğum için, bu rimel zamazingosunu çok önemsemiyorum veya etkilerini fark etmiyor da olabilirim…Ukalayım biraz...

Bir de işe farklı taraftan bakmak lazım…Evet , bir ürün yapıyorsunuz ve satmasını istiyorsunuz…Ürünü abartmanız size ek bir fayda sağlıyor mu emin değilim…Faydadan kasıt insanların merakını çekip buna para harcatmak ise bu bir başarı olarak adlandırılabilir mi ondan da emin değilim…Bana üzücü gelen , “Million Lashes” adlı rimelin kadınları kandırmasından ziyade ; kadınların buna inanıp da bu ürünü almak istemeleri…Bana bu durum hiç hoş gelmedi , bilmiyorum belki ben ukalayımdır…

“Mango” adlı bir mağaza var…Mademki rimelden açıldı konu yine kadınlarla alakalı bir mağaza üzerinden gideyim…Şimdi sen “Mango”ya niye taktın ki durduk yere diye seslendiğinizi duyar gibiyim…İnanın , sokaktan geçen her bir insanı(daha çok XX kromozomlu) içeri çeken , yutan bir yer bu “Mango”…Onlara eşlik etmek zorunda kalan XY kromozumlu insanlar ise bu süre içinde ya dışarıda bekliyor(bekletiliyor) ya da o yutan elemanın etkisinde kalıp içeri giriyor , istemeden…Bahariye caddesinde gördüğüm olay buydu…Toplumun her kesiminden kadın, buraya akın ediyor…İçeri girip neler olduğunu öğrenme zahmeti göstermedim , dışarıda durduğum süre yetti de arttı benim için fikir edinmem konusunda…Sonradan aldığım yorumlara göre de çok ama çok güzel(!) şeyler olduğunu duydum…Ama bir gerçek var ki o da oradan giysi vb. alanların sayısının oldukça düşük olması…Bunun yerine gerçekten işlevsel küçük ama güzel mağazaları daha samimi buluyorum…

Şimdi , değinmek istediğim bir diğer konu da böyle büyük "AVM" tarzı yerlerdeki 'alışveriş yapamama' sıkıntısı…Aslında bu bir sıkıntı değil…Maddi olarak bir yoksunluktan söz etmiyorum…Gerçekten ürünleriyle hitap ettiği “azınlık kesim” arasında kendilerine özel bir bağ bulunan fakat diğer insanlara(çoğunluk) hitap etmeyen yerlerden bahsediyorum…Kendimden örnek vermem gerekirse , kesinlikle sevdiğim tarz giysi veya bir başka şey bulamıyorum böyle yerlerde…Gez gez gez aynı şeyler , uçuk fiyatlar , üstüne üstlük sıkılıyorsun da…Nedense sevemiyorum böyle yerleri , hemen sıkılıyorum…

Bir arkadaşımdan duyduğum şu tabir beni gülümsetmişti : “Telleşiriz…” Aslında bu tarz kısaltmaları seviyorum diyebilirim…'Telefonlaşırız' diyene kadar , geçirilen bu süreyi azaltan , yeni bir şey ortaya çıkaran bir yapı bu…Diğer eylemlere uygulanabilirliği konusunda emin değilim ama “telleşiriz” kulağıma hoş gelmişti…

Son olarak , eski patates ve yeni patates arasındaki farkı bir türlü anlamıyorum…Veya taze patatesle , normal patates demek gerekirdi sanırım…Öncelikle bu isim kargaşasını çözemedim…Kendilerine gelirsek ; birisinin rengi gri diğerinin ki koyu sarı…Tat olarak bir farklarının olmadığını düşünüyorum ben…Fiyat olarak da biri diğerinden biraz daha pahalı , bugün fark ettim…Bu ikisinin arasındaki farkı bilen birileri varsa ve bana söylerse çok sevinirim , böylelikle büyük bir sır olarak kabul ettiğim bir şeyi daha açığa çıkarmış olurum kim bilir…

Karasu

Belki de sudan sonra dünyada en çok tüketilen içecek…Bu kadar çok tüketilmesinin nedeni elbetteki çok sevilmesidir…Aslında kolanın bağımlılık yarattığını iddia edenler de mevcut fakat ben öyle olduğunu düşünmüyorum…Yani kolasız bir hayatla , 'kola olmadan olmayan' bir hayat arasında pek bir fark yok…Tabii ki insanlar çok seviyor , fanatikleri bile olabilir ama kolanın bir başka sihri var diye düşünüyorum…Tabi hakkında bu kadar fazla spekülasyon yapılan bir içeceğin mutlaka sevmeyeni , gıcık olanı , zararlı diyeni çıkacaktır ve çıkıyor da…
Buradan aslında kola üzerinden , insanların şu “sağlıklı yaşam” dedikleri şeye de yüklenebilirim…Siz “sağlıklı yaşam” propagandası yapanlar…Sizinle anlaşmazlığa düşeriz diye korkmuyorum , zira böyle bir şeyin insan yaşamını kısıtladığı konusunda da düşüncelerim var…Bunu eleştirirsem herhalde ki uzun sürer ama bazen bu iş saçmalık boyutuna ulaşıyor,çığrından çıkıyor…
Herhangi bir insanın sevdiği bir şeyi yapmaktan alıkoyulmasını doğru bulmuyorum ; bu kola içmek olsa bile…Kolayla ilgili en çok seslendirilen konu , kolanın zararlı ; “X” içeceğin koladan daha yararlı olduğu…Böyle bir şey var…Hadi diyorum , koskocaman bir kola şirketine bir başkaldırı isteği olsun bu veya onun popülaritesine karşı bir tutum filan olsun ama gerçekten sebebin bu olmadığı aşikâr…İnsanlarda , bulunduğumuz çevre içinde kolaya karşı bir önyargıdan öte bir antipati beslenmeye başladı…Yıllardır “içtikleri” kola , birkaç sene içerisinde “içmemeleri” gereken bir içecek oldu…Koladan uzak kalınca yaşam daha yaşanılabilir hale geliyormuş gibi,insanlar bu içecekten bu denli uzak durmayı doğru(!) buluyorlar…Kola içmeyen insan ne içecek tabii ki iyilik timsali “ayran” değil mi ? …İşte popüler olan söylemlerden birisi de bu : “Kola içme , ayran iç”…Ayranın tabii ki naifliği bir yana dursun(ona sözüm yok)ama, üzgünüm ki kola ile ayran farklı farklı içecekler…Yani biri diğerinin zararını(olsa bile) onaran bir içecek bile değil…
İnsan yaşamı sanki çok sağlıklıymış gibi , bir de insanları mutlu eden , zevk aldıkları şeyleri bir bir ele geçirmek istiyorlar…Kola içince ne oluyorsa artık...İnsana zarar verdiği günden güne kabul edilen bir şey olmaya başladı…
Benim bu konuşmalarımdan tam bir kola fanatiği , kola manyağı ve kola hastası olduğum izlenimini almış olabilirsiniz…Ne var ki , kolayı da diğer içeceklerden çok ayrı tutmam…Bir "türk kahvesi" yeri gelir daha hoş gelir bana…Zaten kolayı baş tacı yapacak olsam , bir dakikamı bile ondan ayrı geçirmezdim…Benim kola üzerinden varmak istediğim nokta ayrı…

İnsanların sadece kola için de değil diğer birçok bize zevk veren içecek , yiyeceklerden uzak durmamızı istemelerini bir tür kısıtlama olarak görüyorum ben…Bırakın da kola içmek isteyen insan içsin , bırakın eleştirmeyin onu kola içiyor diye…Tabii ki bir dönem etkili olmaya çalışan fakat başarılı olamayan iddialar vardı kola hakkında…Fare kanı dendi , başka hayvanların kanı dendi , böcek kanı dendi , kokain var dendi , “coca-cola özütü" açıklanmıyor (illa ki bir şey vardır bunun içinde) dendi…Her şey denmesine rağmen sudan sonra en çok tüketilen içecek bu ve ortada kendisi, gerçek…Ve evet her şeye rağmen içiliyor , içiyorum…En güzeli de , insanın kendine hiçbir engel koymadan istediğini yiyip içmesi…Eminim ki bunun tam tersi insanı daha çok hasta yapıyor…İnsanın vücut işleyişi zaten siz istemedikçe kendini hasta etmez her şarta ayak uydurur…”Sağlıklı yaşam” gözümde cidden daha da anlamsızlaştı şimdi…

Kolanın alışılagelmiş bir tadı var…Yani tuzlunun yanında şekerli gelir , şekerlinin yanında bir garip gelir tadı…İşte bence bu kadar çok tüketilmesinin bir sebebi de bu…Her türlü şeyin yanına iyi gitmesi…Kim derdi ki birileri kola denen bir içecek üretecek ve bütün dünya bunu severek “içecek”…Gerçekten ilginç ve güzel bir şey…
Genelde övülmesi gereken şeylerin hakkında çok fazla şey söylendiğinde onların değerini kaybettiğini düşünürüm…”Kola” işte daha ne olsun…

Pierce

Dördüncü şeker her zaman fazla bu hayata…
Özellikle cümlelerine “çünkü” diye başladığın zamanlarda…
Kanıksamaya çoktan alıştığında,
Açıklamaya çalıştığın her bir dakikanın israf olduğunu bile bile,
Geçsin gitsin ihmalkârlığında,
Sürdürürsün işte , katıksız "acını"
Zaten…
Tadını alamadığında hep suçlamaya yönelmez misin ?
Korkarsın…
“Çünkü”…
Acının tadını aldığında , ona acı diyemezsin artık…
Hep suçlarsın…
Ama sahip olursun bir şekilde…
O melanet yaşama, lanet monotonluklarınla süslediğin,
Bedenin kendinden ayrık,
Fikrin ve zikrin hepten müstesna,
Hayalini kendin kurmadığın , ama sana ait olduğu söylenen
Hayali bir yaşamı yaşarsın,
Kurmalı bir saat gibi…
İnsanoğlunun kendine tahsis ettiği bu bataklıkta,
Oynadıkça ziftlenirsin,
Ziftlendikçe takatini yitirirsin,
'Sin'den korkmazsın ama,
Ona eşdeğer bir yaşamın sunduklarının müptelası olursun…
Bunun farkında da olmazsın çoğu zaman…
“Çünkü” müptezeldir varlığın…
Mütemadiyen…
Suçlarsın…

Ayakta olduğuna şaşırmazlar,
Sen şaşırırsın her zamanki gibi…
Farkında olmazlar ki senin zaten “yürüyemediğinin”
“Sorgulama” diyen alaycı gözler ,
Her zaman seni sobeleyenler değil midir?
Mutlu(!) olmanı isteyenler de onlardır…
Sıra sana geldiğinde sen yumarken duvara,
Oyun çoktan bitmiştir...

Sonsuz saymanı bitirip , gözlerini açtığında,
Etrafta kimseler yoktur…
Anlayamazsın,olan biteni…
Kendini buluverirsin birden,
Kendini sobelemek nafiledir…
Zaten bunu çoğu kez yapmışsındır…

“Çünkü”
Dördüncü şeker her zaman fazla bu hayata…
Ve bir şeker daha azaltırsın hayatından…
Belki böyle daha “tatlı” gelir...

Maze

Ve evet yürümeye başla çocuk…
Önceleri bir zigot olarak başladığın bu yolun başında hiçbir şey bilmiyordun…Bu deryanın ne denli büyük olduğunu tahmin bile edemiyordun…
İnsan öznesi , hiç bilmediği bir şekilde bir yolun başına konuluyor ve sınırlı ömrün burada başlıyor…Doğdun bile…'Hayat' diye bir şeyle tanışıyorsun…Hayat da seni ilk iş olarak hemen iki yanında duran 'duvarlarla' tanıştırıyor…Yolun her iki tarafında uzun uzun duvarlar , gözünde büyüyor… İlk önce bu duvarların ardında ne olduğunu merak ediyorsun…Harekete geçip o kısacık boyunla o duvarı yıkmaya çalışıyorsun…Olmuyor…Küçücük ellerinle yumruklamaya başlıyorsun…Olmuyor…Onu geçemiyorsun ve son çare olarak soruyorsun seni onlarla tanıştırana : "onun arkasında ne var?" Sen bu soruyu sorup yanıtını alana kadar boyun uzamış oluyor…Ve o duvarın arkasında ne olduğunu görüyorsun kendi kendine… Aynen bir zamanlar merak edip de ulaşamadığın mutfak dolabının üst rafının içindekine ulaştığındaki gibi…Biraz hayal kırıklığı içinde kalıyorsun…Daha yeni başladığını anlıyorsun her şeye…
Hayat denilen şey akıl vermek(!) istiyor bu noktada sana…Kulağına şu cümleyi fısıldıyor : “Ben kolay değilim ve bana hiçbir zaman ulaşamayacaksın” Ne kadar soru sorarsan sor…
Mutfağın zeminine indiğinde tekrar , az önce yaptığını yadırgayarak bir takım düşüncelere kapılıyorsun…Hayat bana istediğimi vermedi diye düşünüyorsun haklı olarak…
Burada insanlık yardımına yetişiyor(!)…Yıllar önce o duvarın arkasını görmüş olan birileri sana rota denilen şeyden bahsediyor…"Rotasız gemi diyor ; gitmez ki! sallanır durur açık okyanusta…Sarsılır sürekli…" Ve artık bir rotaya sahipsin…Bunu bir başarı olarak kabul edemiyorsun…Daha çok bir beklenti oluşturuyor bu durum…

İnsanın ; saatlerin , yılların , vücudunun hücrelerinin bir geri vitesi olmadığı için , en yavaş hızla gitsen bile bir şekilde ilerliyorsun…Artık durmanın olmadığını anladığında o iki duvar arasında karşına bir kapı çıkıyor…
Merakından değil ama kendini durduramadığından açıyorsun o kapıyı ve yine duvarlar çıkıyor karşına…Geldiğin yoldan tek farkı buranın biraz daha dolambaçlı olması…

Birileri sana bu yolların yine bir şekilde başka bir kapıyla sonlanacağını söylüyor…Bunu ,aslına bakarsan kendin de tahmin edebiliyorsun kanıksadığından dolayı…Ama başkaları söyleyince sanki daha bir anlam kazanıyor…Bilen birilerine sorup , cevabını aldığın yol tarifi gibi rahatlıyorsun bu şekilde…Yeri geliyor biraz ilerde tekrar soruyorsun nereye gideceğini…
Duvarların arasında ilerleyip , yeni bir kapı bulup onu açıp devam ediyorsun...Kimisi buna kader diyor,kimisi de bunu kendisinin yaptığını-onu kendisinin çizdiğini- varsayıyor…

Bu süre içinde birilerinin seninle oynadığı konusunda işkilleniyorsun…Ama hayır diyorsun,ben oynamıyorum , insanlar oynuyor…Fakat bir bakmışsın sen de o sahaya çıkmış top koşturuyorsun fütursuzca…
Sahada insanları görüyorsun , binlerce insan…Kimisi kapıları hızlıca açıp , binlerce gol atıp hayatı yendiğini sanıyor…Kimisi de kendi kalesini koruyor delicesine ; hayatın onu yenmemesi için…Bu çok garip maçın bitiş düdüğü yok gibi hissediyorsun içten içe…
Yıllar geçiyor , onbinlerce doksan dakika bitiyor…Duvarlar geçiliyor,kapılar açılıp kapanıyor…Yüzlerce insan tanıyorsun , binlerce yüz…Herkes seninle birlikte yol alıyor…Tanımlayamıyorsun hiçbir zaman kendini…Soru sormaktan bıkıyorsun…Senden daha çok bıkanlar bu keşmekeşi terk edip , vazgeçtiğini ilan ediyor…Bayrağı çekiyor ve kapıları onun yerine başkaları açsın diye oyunu bırakıyor…

Ve biraz daha yürüyorsun ihtiyar…
Herkes toplanıyor artık , sanki oyun bittiğinde eve çağrılış anın gibi…Kimisi acayip yorulmuş geliyor yanına , kimisi hiç terlemeden…
Ve son bir kapı açılıyor…Artık 'duvar' yok önünde ; ardında ise hiçbir zaman geri dönemeyeceğini bildiğin kitli bir 'kapı' var…